Melankolinin zaferi...

08 Kasım 2015 Pazar

Yüreğinizde yitirdiğiniz şeylerin dindiremediğiniz sızısı varsa…
Ve gözyaşlarınızı içinize akıtmak istiyorsanız…
Tam şu günlerde kendinizi “boşlukta, ucunu kimin tuttuğu bilinmeyen bir balon gibi” hissediyorsanız…
Nilüfer Kuyaş’ın Karasevda Kitabı’nı alın; “eski adıyla melankoli, yeni adıyla depresyon”un katman katman ayırdına varın ve katmanları soyun…
1 Kasım depresyonunun dev bir tsunami dalgası gibi üzerimize geldiği şu sırada düştü bu kitap elime.
Çıktığı ilk günden beri okumayı istiyordum, elim yeni vardı, sayfalarını açtım, sonra bırakamadım…
Nilüfer’in kitabı aslında siyasi umutsuzluğun “yas”ını iredelemiyor; tamamıyla kişisel bir “yas”ı, annesinin “yas”ını, bizzat kendi sözleriyle “anne yarası”nı anlatıyor.
Ama o “anne yarası” giderek kendi içinde, yaşamın büyük melankolilerinin kavşaklarına açılıyor.
“Anne yarası” ile ülkede yaşananların yarası iç içe geçip, çığ olup büyüyor.

‘Sonun başlangıcı Gezi’
Annesiyle geçirdiği unutulmaz son “2013” yazında, Nilüfer Kuyaş’ın “Sonun başlangıcı oldu” sözleriyle tanımladığı Gezi oluyor.
“Hepimiz çok sevdik Gezi’yi. Hayatımız değişti. Ama benim hayatım iyice özelde, hiç beklemediğim şekilde değişti” diyen yazar ekliyor:
“Önce abimin çalıştığı dergi kapatıldı, sonra kocam işten çıkartıldı. Annemin emekli maaşı çok yetersiz olduğu için, zaten zor geçiniyorduk. Sonunda, annemin elli yıldır oturduğu, bizlerin büyüdüğümüz daireyi mecburen satışa çıkarttık, alelacele.”
Nişantaşı’nda benim de komşum olan yarım asırlık o ev boşaltılıp satışa çıkarılırken ıssız kalan odalarda bir yolculuğa çıkıyor Nilüfer:
“Çocukluk evimin boş odalarında son kez dolaştığım dakikaları bir kavşak, yahut bir şehir meydanı olarak düşünürsek” diye bunu tanımlıyor: “Çok sayıda yol açılıyor bu meydandan, hangisine girsem diye bocalıyorum. Yolların bazıları geçmişe açılıyor, bir kısmı bilinmeze, geleceğe gidiyor…”
Kuyaş’ın “Karasevda Kitabı” işte “geçmiş ve bilinmeyen geleceğe” açılan o hüzün dolu kavşağın öyküsü.
“Anne”; yarım yüzyıllık evinden çıktıktan sonra süratle hastalanmış…
“Yazar”ın omuzlarına, yaşamına buldozer gibi giren Gezi’nin faturası ile kısa süre içinde yitirdiği annesinin acısı, eklemlenerek binmiş…
“Annemin ölümü Gezi olaylarıyla başladı” diye yazıyor Nilüfer; “Şimdi daha açık görüyorum. Benim, bizlerin aile olarak çözülmesiyle, ülkedeki bir çözülme aynı zamana denk düştü. Romanı yazılmış, filmi çekilmiş kadar berraklıkla görebiliyorum.”

Hüznün yaratıcı gerilimi
Ülkedeki altüst oluşla, kendi altüst oluşlarımız böyle çakıştığında, hüzün, keder, efkâr… Nilüfer’in yeğlediği adıyla bir “melankoli” dağı olup çıkıyor.
Milliyet’teki gazetecilik yıllarımda yan yana, okul talebeleri gibi bilgisayar başında birlikte dirsek çürüttüğümüz sevgili “sıra arkadaşım” Nilüfer; kaçışı olmayan bu hüznü ve kederi, yaratıcı bir gerilimle “Kara Sevda”ya dökmüş.
“Kara Sevda” onun, o büyük “melankoli dağının” tepesine çıkmak için katettiği bir yol olmuş.
“Kara Sevda”da sade annenin o “kalbe sığmayan” çok büyük acısı yok…
Aynı zamanda yitirilen şiirsel bir İstanbul, gençlik ve çocukluk var…
“Benim İstanbul’umda yaz gelmesi, Suadiye’de salaş ahşap iskelelerden kayık kiralamak demekti, istakoz sepetlerini kontrol etmekti, plaj yolunda takunya seçip çiviletmekti; Caddebostan ve Fenerbahçe pastanelerinde listeyi sıradan gidip her gün farklı bir şey sipariş etmekti” diye anlatıyor çocukluk anılarımızın o tılsımlı şehrini Nilüfer.
Hüznü edebi bir lezzetle ilmik ilmik ören bu kitabı okumak cesaretini gösterin.
Hüznün üstesinden gelmenin belki de tek yolu bu: Onu korkusuzca yaşayıp tüketmeye çalışmakta… 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları