Yukarı katta panik

03 Mart 2016 Perşembe

Küreselleşme, neoliberalizm, finansallaşma deyince akla önce ABD ve İngiltere gelir. Bu iki ülkede, 35 yıldır yukarıdakiler (egemen sınıflar ve temsilcileri), “aşağıdakiler” yokmuş, ya da “yukarıdakileri” memnun etmek için yaşayan ruhsuz bedenlermiş gibi dünyanın keyfini çıkardılar, servetlerine servet kattılar; şimdi panik içindeler. Çünkü aşağıdakiler öfkeli.

‘Aşağıdakiler, yukarıdakiler’
Amerika’da 1970’lerden bu yana medyan işçi ücreti hiç artamazken en zengin yüzde 1’in ve binde 1’in gelirleri, sırasıyla yüzde 156 ve yüzde 362 artmış (Harvard Gazette, 02/2016). İngiltere’de en üst yüzde 1’in toplam gelir içindeki payı 1970’lerde yüzde 6 iken 2010’da yüzde 15-16 aralığına yükselmiş. Hane halkının en yoksul yüzde 60’ının ortalama yıllık geliri 1980- 2012 arasında, 50 bin sterlinin altında kalırken, en zengin yüzde 1’inki aynı dönemde 300 binden, 1.5 milyon Sterlin’e çıkmış (Good Society, Mayıs 2015).
Bu dengesizlik sonunda, ABD’de Donald Trump’ın önlenemez gibi görünen başkan adaylığı, İngiltere’de giderek trajikomik görüntüler sergilemeye başlayan Brexit (AB’den çıkma) tartışmaları gibi siyasi sonuçlar üretmeye başladı.
Her iki ülkede de (ve birçok AB ülkesinde) egemen sınıflar, 1980’lerden bu yana devletin çalışanlara tanıdığı gelir desteklerini kısarak sermayeye transfer ediyor, Libya ve Suriye fiyaskolarıyla başlayan göçmen dalgasından çok önce, hem düşük ücretli, güvencesiz, örgütsüz işgücüne ulaşmak, hem de güvenceli, örgütlü işçilerin ücretleri üzerinde baskı yaratmak için yasal göçmen gelişini teşvik ediyor, yasadışı gelenlere de göz yumuyorlardı.
En üst “yüzde 1”, göçmenlerin ekonomiye yaptığı katkıları servetine eklerken işçilerin payına tüketim düzeylerini koruyabilmek için sürekli borçlanma, ücretler üzerindeki baskılar, küreselleşmeyle gelen işsizlik düştü. Sol, bu oyunu görerek işçi sınıfına anlatamadığı için (sosyal demokrasinin ihanetini de unutmamak gerekir) şimdi egemen sınıfın, yerli işçilerin, yabancı işçi düşmanlığını kullanmasını engelleyemiyor.

Ne ekersen...
Yapısal krizin içinde patlak veren şiddetli bir mali krizin toplumsal sonuçlar yaratmaması olanaksızdır. İşçi sınıfının özellikle de krizini yaşamakta olan Fordist sanayinin işçilerinin (mavi yakalıların) tepkileri, ilk anda karşılarında gördükleri olağan şüphelilere yöneldi: Dış rekabeti getiren, işlerini ellerinden alan serbest ticaret, başlarına yabancı işçileri bela ettiğine inandıkları küreselleşme ve mali krizin sorumlusu bankalar.
ABD’de Donald Trump, Cumhuriyetçi Parti’nin genlerindeki ırkçılığı, yabancı düşmanlığını aldı, kolaylıkla kavranabilecek önerilerle bir adım ileri götürdü, beyaz işçi sınıfının, düşük eğitimli emekçilerin öfkeleriyle birleştirdi. Trump, serbest ticarete, yabancı işçilere, kaynak yiyen yabancı savaşlara, hatta “kibar” muhafazakârlığa karşı. Buna karşılık, Putin’e hayran (“Bırakın bombalasın?”), “Ben olsam IŞİD’i çoktan yerle bir etmiştim”, “Su işkencesinden daha fazlasını getireceğim” filan... Şimdi mali piyasalar, bilişim endüstrisinin kapitalistleri, entelijensiya hatta Pentagon huzursuz. Ya bu adam kazanırsa?
İngiltere’de “Brexit” tartışması “Yabancı işçilere, kim en kötü davranacak yarışına dönüştü” (The Guardian). Bu yarış üzerinden bir Muhafazakâr Parti liderliği savaşı da yaşanıyor. Buna karşılık Financial Times’ın aktardığına göre, büyük sermayenin işveren örgütleri Brexit’e karşılar, hızla örgütlenmeye başladılar. Sol da bu arada, AB’den çıkmak isteme nedeninin yabancı düşmanı, milliyetçi kesiminkinden ne kadar farklı olduğunu anlatabilmek için kıvranıyor. Hem İngiliz büyük sermayesi hem uluslararası mali sermaye, Brexit olursa dünya ekonomisi batar havalarında...
Ben, eğer egemen sınıflarda biraz olsun yönetme yeteneği kaldıysa, son anda hem Trump’ı, hem de Brexit’i engellerler diye düşünüyorum. Ancak, ya engelleyemezlerse; ya da aslında engellemek istemiyorlarsa?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları