Çok sancılı bir dönem

28 Mart 2016 Pazartesi

Çok sancılı bir dönem bu. Ne gibi çalkantılar içinde biteceği de (sessizce biteceğine inanmıyorum) belli değil.

Olayların ağrıları
Haziran seçimlerinden bu yana gittikçe daha dayanılmaz olayların içinde yaşıyoruz: Altı intihar saldırısı, 220’den çok ölü, yüzlerce yaralı, 59 ilde OHAL, 350 binden fazla iç göçmen, enkaza dönüşen kasabalarda sivil, savaşçı, asker, polis binlerle ifade edilen can kaybı...
Son İstanbul saldırısından sonra sokaklar boşaldı. Bu saldırıların, tüketici talebi, turizm gelirleri üzerinden ekonomi üzerinde herkesin işini, aşını vuracak olumsuz etkiler yapacağı da kesin.
Dahası her bombalı saldırıdan sonra haber yasağı, “yabancı ama insan” gibi skandal açıklamalar; ABD, Almanya gibi bölgede güçlü haber alma ağları olan ülkelerden gelen uyarıları “abartılı” bulan aymazlıklar. Yadsınamaz güvenlik zaafları, herhangi bir sorumluluk üstlenmeye yanaşmayan bir hükümet... Bunlar yetmezmiş gibi bir de çocuk tacizlerini önemsizleştiren ahlaksızlar...
Toplum” siyasal İslamın değerlerine göre şekillendikçe dinci radikalizm güçleniyor, devlet yönetiminde keyfilik, itiraz eden tüm sesleri susturmaya kararlı totaliter eğilimler daha da güçleniyor. Tüm bunlara karşın muhalefet etkisiz, hatta kimi zaman anlamsız...
Tayfun Atay yazısında, “Böyle bir ‘realite’den kim kopmak, onu en azından 4-5 saat gündeminden çıkarmak istemez?!” derken çok haklıydı. Ancak sanırım “realite” herkesi aynı biçimde etkilemiyor. Bu ülkede artık tek bir kapsayıcı “realite”, “biz” diyebileceğimiz tek bir kapitalist (emek ve sermaye diyalektiği) bütünlük yok. Bir toplum oluşturduğumuz bile şüpheli (N. Erdoğan, BirGün 18/10/2015.)

Üç realite
Siyasal İslamın etkisi altında yaşayanların realitesi; devlet- PKK savaşının arasına sıkışmış olanların realitesi, bu iki realitenin dışında kalanların realitesi olmak üzere, birbiriyle birçok noktada kesişse de farklı, üç (kapitalist) realite var.
Siyasal İslamın etkisi altında yaşayanların İslamcı medya, vakıflar, dernekler, kurslar, tekkeler, şeyhler, camiler gibi kurumları, dayanışma ağları bu zeminden beslenen ortak bir söylemi, etkin örgütlenmeleri var. Bu kesimde, tek bir ana gösterge (Sünni İslam) altında, realitenin ağrılarından korunmaya yardımcı fantezilerin, güçlü açıklamaların varlığından söz edilebilir.
Kürt realitesi de içerdiği acılar çok büyük olmakla birlikte, bunlara dayanmaya olanak veren, kuvvetli söylemleri, anlatıları, öfke, intikam duygularını, savaşmanın getirdiği bilinçleri içeren, anlamlar sistemini disiplin altına alan bir ana göstergeye (Kürtlük) sahip.
Birincisi, istikrarlı ve katlanılabilir bir realitedir. İkincisi de açıklayıcı söylemleriyle, fantezileriyle etkili bir realitedir. Bu iki realitenin, çözülme, değişme olasılığı, bugünkü “durum” içinde çok zayıf.
Üçüncü kesim, metalaşmanın tüm boyutlarını içeren, parçalanmış, istikrarsız, bir realitenin ürettiği ağrılar karşısında tamamen korunaksızdır. Bir taraftan, bu parçalanmışlık, istikrarsızlık, bu realitenin çözülerek yeniden kurulabileceğini düşündürüyor. Diğer taraftan, bazen ırkçı, bazen Kemalist milliyetçi, liberal, sosyal demokratik, sol popülist ve komünist söylemlerin yanı sıra, bu realitede ortak zemin olarak hayal edilen laiklik-demokrasi ikilemi de çok karmaşık bir manzara sergiliyor. Bu nedenle, bu realite içinde, anlamlar sistemini disiplin altına alarak düzenleyecek bir ana gösterge, dolayısıyla, realiteyi değiştirmek için gerekli olan enerjiyi üretebilecek bir kurucu kapasite oluşmuyor. Hiç unutmadığım dostum Türkel Minibaş’ın bir deyimiyle: “Diyalektik işte...”
Bugünkü “durumu” değiştirerek, diğer iki realiteyi de istikrarsızlaştırabilecek ve yeni bütünleştirici bir realitenin oluşmasının önünü açabilecek siyasi eylem de yalnızca bu diyalektik içinden çıkabilecek gibi görünüyor.
“Gezi Olayı”, Birleşik Haziran Hareketi bu olasılığın dışavurumlarıydı. Cerattepe direnişinin, şekillenmeye başlayan “Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi”nin de bu bağlamda yeni ortaya çıkan biçimler olduğunu düşünüyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları