Ergenekon diye bir senaryo...

23 Nisan 2016 Cumartesi

“Ergenekon”un yüzü o: Kuddusi Okkır.
“Ergenekon” dendiğinde artık hep ölüm döşeğindeki o yüz aklımıza gelecek.
Kahrından küçülerek bir deri bir kemik kalmış, hasta yatağında dermansız boş bir noktaya bakan, cezaevinden ancak mezara tahliye edilen Kuddusi Okkır bu trajediden aklımızda kalacak.
Okkır, Ergenekon adaletsizliğinin, insanlık ayıbı ve suçunun çehresi olarak ilelebet beynimize kazılacak.
Okkır’ın o hazin ifadesinin yanında, “Ergenekon diye bir senaryo yazdılar. Her şey altüst oldu” diyen eşi Sabriye Okkır’ın sözleri kulaklarımızda yankılanacak...
“Kuddusi’nin bir küçük ARGE danışmanlık şirketi vardı” diye anlatıyor o yılların kahrını Sabriye Hanım: “O tutuklanınca, kirayı ödeyemediğim için İstanbul’dan taşındım. Sırf eşimi değil beni de cezalandırdılar. Hâlâ olayla ilgili en büyük üzüntüyü duyan insanım.”
Sade Kuddusi Okkır mı?
Süreçte yaşamlarını yitiren, adaleti göremeden aramızdan ayrılan onlarca insan; yerlerine bir daha gelmeyecek Türkan Saylan, İlhan Selçuk gibi değerler, Prof. Fatih Hilmioğlu gibi Silivri karadeliğinde kanser olan, o kâbus dönemde kaybettiği oğlunun cenazesi için olsun evinde bir gece dahi geçirmesine izin verilmeyen bir kurbanlar ordusu ve zulüm zinciri hatırlayacağız “Ergenekon” deyince.

Hepimiz oradaydık
Bunlar olurken ne yazık ki hepimiz oradaydık.
Göz önündeki bu hukuk cinayetine engel olamadık.
Engel olamadığımız gibi çok insan kafasını öte yana çevirdi.
Kimi “Zaten duman olmayan yerden ateş çıkmaz!” dedi.
Kimi “Türkiye’yi kurtaracak bir ben mi kaldım?” diye düşündü.
Numunelik sayıda az insan “Ergenekon utancı”nın vicdani ve ahlaki ağırlığını taşıdı.
Sıradan yurttaşları bırakın, “aydın” diye ortalıkta dolanan insanlar; “Ergenekon”a -aşikâr tüm hukuksuzluklara rağmenalkış tuttu.
Kimi “kazanan ata oynamanın” vurdumduymazlığını yaşadı...
Kimi -sözde- kısasa kısas askeri müdahalelerin hıncını aldı.
Adalet Ağaoğlu’nun bir mülakatta örneğin söylediklerini hatırlıyorum. Adına hiç yakışmayan ilkel bir “göze göz dişe diş” mantığıyla İrem Çiçek misali babasını savunan kadınlar için, “Diyarbakır’da, F tipi cezaevlerinde binlerce insan haksız yere yattı, hâlâ yatanlar var” demişti:
“Ergenekon olmadan önce onların hanımlarının, kızlarının hiç sesi çıkmadı. Şimdi mahkeme kapısında subay babasını savunuyor fakat zamanında darbeden sonra içeri alınan insanlar umurlarında olmamıştı. Şimdi Silivri kapısında ‘Haksızlık’ diye bağırıyorlar!”
Bu “Madem öyle işte böyle” mantığı Adalet Hanım gibi vaktiyle çok saygın bellediğimiz isimlere, “aydınların görevinin her durumda haksızlık ve hukuksuzluklara karşı çıkmak olduğunu” unutturdu.
Ergenekon’un doğrudan ayrıca tabii bir de “maşası olan” ve Ergenekon’un “meşruiyet inşasında” görev alan aydınlar var.
Onlardan hiç bahsetmiyorum bile.
En ön safta sürecin borazanlığını yapan o aydınlar, bir an dönüp bir “vicdan muhasebesi” yapmadı. Kendileriyle yüzleşmedi. Topluma özür sunmadı.

Kalan sağlar bizimdir
Hal böyle olunca, “Ben Ergenekon’un savcısıyım” diye övünenlerin bugün “Aldatıldık!” demesi alabildiğine kolaylaşıyor.
Uygarlıktan nasibini almış bir ülkede bu çapta bir skandal asla sonuçsuz kalmaz. Hapiste “çile çeken” ve toplumda birer “canavar haline getirilen” kurbanlar mutlaka tazmin edilir. Siyasi sorumlular tez elden bedel öder.
Ama bizde bu haksızlıkları son kertede kim kovalayacak?
Kimler bu olanların hesabını soracak?
Kamuoyu önderleri bu hukuk cinayetine bizde büyük ölçüde ortak. Bu utanç sayfasının hızla bir an önce çevrilmesinin ve üstünün örtülmesini yeğlerler.
Sıradan insanların ise günlük başka gaileleri var.
“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!” lafı -heyhat!- bizde boşa söylenmemiş.
Bu topraklarda başlı başına bir yeryüzü duruşu ve hayat felsefesi bu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları