Zeynep Miraç

Arda nereye koşuyor?

15 Mayıs 2016 Pazar

Hepimiz o tahterevallide bir aşağı bir yukarı gidip geliyoruz: Bazen olduğumuz kişi çıkıyor üste, bazen de olmak istediğimiz. Her gün yeniden inşa ediyoruz kendimizi. Arda Turan da kendini “mütevazı adam” olarak inşa etme uğraşında. Dili hep bunu söylese de başardığını düşünmek zor.

Ferrari, Range Rover kullanıyor. 36 tane saati olduğunu söylüyor. Giyim tarzıyla “Türk Beckham” olarak anılıyor. Yaşam biçimiyle futbol arasında doğrudan bir bağ kuruyor. Emre Çolak için sarf ettiği sözler bunun kanıtı: “Çok iyi futbolcudur ama Etiler’de bir kez yemek yememiştir. Özgüveni, sosyal hayatı olmadığı için. Gitse bu sahaya da yansır, futbolu gelişir.”

 

Guardian’ın listesinde

Hakkını yemeyelim. AB’ye vizesiz giriş için türlü tavizi vermeye hazır ülkenin, Avrupa’nın en iyi takımlarından birinde top koşturan yıldızı olmak kolay değil.

2015 Aralık’ında The Guardian’ın En İyi 100 Futbolcu listesinde 78. sıradaydı. Bundan altı ay sonra İspanya liginin en kötü 11’inde yer alınca dengesi bozuldu. ‘Reklam yıldızlıklarından arta kalan zamanlarında futbolunu geliştirmeye çabalamasını’ tavsiye edip “Hayat sana güzel, şova devam” diye yazan takipçisine “Seni bulacağım, şov nasıl göreceksin” cevabını verdi.

Oysa Şubat ayında Ayşe Arman’a verdiği söyleşide kendisi de söylemişti futbola ayırdığı zamanın kısıtlı olduğunu:

“Sponsorlar, röportajlar, fotoğraf çekimleri, yardım kuruluşlarıyla ilgili bir şeyler, hep bir aktivite. Futbol oynamak neredeyse işimin en kolay yanı. Senede 60 maç oynuyoruz. Antrenmanlar, seyahatler, sürekli yollardayım.”

Ama o, kendisini eleştireni tehdit etmeyi seçti. Türk futbolu bu dile yabancı değil; milli takım kalecisinin ağzından “Seni evinden aldırırım” tehdidini duymuşluğumuz var. Ancak Bayrampaşa’dan Barcelona’ya uzanan o upuzun yolu kısa sürede kat etmeyi başaran Arda Turan da eleştiriye tehditle cevap vermese olmaz mı?

2006 Ekim’inde Milliyet Pazar’a yazdığı Arda Turan portresinde “Belki de yeni bir Hagi’nin doğuşunu izliyoruz” diyen Mehmet Demirkol yanılıyor muydu acaba? “Futbol kısır, ürettiklerini üst seviyede kullanmakta zorlanan sıkıcı bir oyuna dönüştüğünden bu yana ortaya çıkmış en parlak umut”tu o Demirkol’a göre. Yalnızca oyunuyla değil, üslubuyla da bir umut olabilecekken o karanlık sıradanlığı seçmesi şart mı?

Yoksa bir Ekşi Sözlük yazarının dediği gibi, geldiği yere kendi de mi inanmıyor?

 

Kolasına maçlar

1987 yılının 30 Ocak günü Adnan- Yüksel Turan çiftinin bir oğulları oldu. Adını Arda koydular. Edirne’nin Bakışlar köyünden İstanbul Bayrampaşa’ya gelen aile kalabalıktı; dedeler, amcalar dayılar, hep birlikte yaşadılar. Baba Türk Hava Yolları’nda çalışıyor, anne kıt kanaat evi geçindirmeye çalışıyordu. 1993’te aileye bir çocuk daha katıldı, Okan.

Önce sokaklarda başladı futbola, 7 yaşında ya vardı ya yoktu. Maçlar kolasına oynanıyordu. Kaybederse o kolayı alacak parası yoktu, asılıyordu oyuna. Hep o kazandı maçları, kolaları alıp bakkalın buzdolabında biriktirdi. Canı çektiğinde gidip içebilsin diye...

9 yaşına geldiğinde ise artık Bayrampaşa Altıntepsi Spor’un futbolcusuydu. 12 yaşını sürerken ise hayatı baştan aşağı değişmek üzereydi: “Semtte bir ağabey vardı, elime bir kart verdi”.

O ağabey, Fatih Yayla takımını çalıştıran İlker Abaş’tı, kart ise Galatasaray’ın seçmelerini yapan Ahmet Genç’e yazılmıştı: “Bu çocuğu mutlaka seyret”.

Galatasaray takımının seçmeleri için giriş biletiydi bu kart. Annesiyle birlikte girdiler Metin Oktay Tesisleri’nin kapısından. Artık Galatasaray’ın oyuncusuydu. Futboldan kazandığı ilk parayla ailesine ev aldı. Onlara bir peri masalı yaşatmayı kafasına koymuştu.

 

Kırılma noktası

19 yaşına geldiğinde Manisaspor’a kiralık gönderildi, belki de hayatının kırılma noktası buydu. Galatasaray’a döndüğünde genç bir yıldızdı artık. 2007’nin ilk günlerinde verdiği bir söyleşide “Yıldız adayıyım” diyordu; “Yıldız değilim”. Tanınmanın zorluklarından dem vuruyor, “Bir kız arkadaşınızla bir yere çok rahat gidemiyorsunuz” diye şikâyet ediyordu. O sıralarda Florya’da, takım arkadaşı Orhan Ak ile aynı evde yaşıyorlardı. Vakit bulursa ara sıra sinemaya gittiğini, yakınlarda da Behzat ve Süheyl Abiler olarak andığı Nejat Uygur Tiyatrosu’nda oyun seyrettiğini, yabancı müzikle arasının olmadığını, İbrahim Tatlıses’i, Zülfü Livaneli’yi, Edip Akbayram’ı, Haluk Levent’i dinlediğini anlatıyordu.

“Futbolcu olmasan ne olurdun?” sorusuna “İyi bir üniversite okurdum, iyi bir öğrenci olurdum. Bilgisayar mühendisi olmak isterdim” diye cevap veriyordu. Oysa aynı soruya 2015’te verdiği cevap değişmişti: “Bakan ve belki başbakan olurdum”. Çetin Altan’ın yıllarca yazdığı ‘mesleksiz toplum’ rüzgârına kapılıvermişti belli ki.

 

Bayrampaşalı Godfather

29 yaşında birinin portresini yazmak zor. Başarıları büyük olsa da, henüz 20’li yaşların savrulması içinde. Sadece Instagram hesabına bakıp bir analiz yapmaya kalksanız kafanız bulanır, işin içinden çıkamazsınız. 1 Mayıs’ı kutluyor, “Hayırlı Cumalar” diliyor, Yaşar Kemal için “Başımız sağ olsun”, Mehmet Ağar için “Büyüklerimizle hasret giderdik” yazıyor.

Türkiye’den alışıldık bir tablo: ‘her şeyin yeri ayrı’!

Bu kafa karışıklığına biraz olsun ilaç olacak cümleleri ise Mayıs 2015’te onu kapağına taşıyan L-Manyak dergisi söyleşisinde sarf etti. Dergi, nedendir bilinmez bu söyleşi için Bayrampaşalı Godfather başlığını uygun görmüştü.

Madrid’de onunla bir hafta kalan derginin muhabiri Ozan Önen’e evinin sırrını şöyle anlatmıştı: “Bizim evimizde CHP’li oluyor, AKP’li oluyor, MHP’li oluyor, HDP’li oluyor, asosyal oluyor, apolitik oluyor, Kürt oluyor, Laz oluyor, içki içen oluyor, beş vakit namaz kılan oluyor, ateist oluyor, İspanyol oluyor... Bizim evde herkes var. Biz, hayatta, bizden olmayanlarla da, bizim gibi düşünmeyenlerle de mutlu olabiliriz”.

O sırada Arda Turan sorulan bir soru üzerine faizlerin düşmesi gerektiğine dair bir açıklama yapmıştı. Onu ‘kimileri’ne yaranmakla suçlayanlar oldu. Önen bu eleştirileri dile getirince, muhtelif yerlerde ve muhtelif vesilelerle yaptığı gibi “Ben hayatım boyunca hiçbir insana biat etmedim, etmem” cevabını verdi.

Galiba stresle arası iyi değil. Mağlubiyeti galibiyeti karşıladığı vakarla karşılamakta zorlanıyor. 2006 Kasım’ında Galatasaray- Bordeaux arasında oynanan Avrupa Şampiyonlar Ligi maçında Jurietti’ye kafa atıp kırmızı kart görünce 11 Altın Adam Ödülü iptal edildi, “Benim ödüle hiç ihtiyacım yok” cevabını verdi; “Giydiğim forma en büyük ödüldür”.

 

Para ile iman

Sanem Altan Vatan gazetesindeki köşesinde bu sözleri eleştirecek olmuştu ki cezaevindeki Ağar’dan bir mektup aldı: “Her zaman evladım gibi gözetmeye çalıştığım Arda Turan’ın bu davranışı asil ve ahlaklı karakterinin yansımasıdır”.

Ayşe Arman da birkaç ay önce yaptığı söyleşide hatırlatmıştı bu hayranlığı: “Devlet büyüklerine minnetlerini, şükranlarını her ortamda sunan ama mafya babalarına selam gönderen, kupa hediye eden bir adam’ diyorlar senin için...” İmayı sezmişti Turan: “Mafya babası dedikleri Mehmet Ağar mı? Ne ayıp! Mehmet Ağar, benim için ülkesine hizmet etmiş eski bir bakan. Sevdiğim bir büyüğüm. Saygıda kusur etmem”.

İnançlı biri. “Ben tevekküle inanan bir insanım. İnançlarım gereği, her şeyin Allah’tan geldiğine inanıyorum” diyor. Gusül abdesti almadan maça çıkmıyor, ısınırken Yasin dinliyor. “Para ile imanın kimde olduğunu belli olmaz” derler ya eskiler, Arda Turan her ikisinin de kendisinde bulunduğunu her fırsatta dile getiriyor. Yardımsever biri amenna, ama sağ elin verdiğinden sol elin hep haberi oluyor.

 

Hatadan önce

Ondan Metin Kurt gibi “Futbol arsada güzeldir, borsada değil” demesini beklemesek de iyiyle kötünün çizgisini parayla çekmesine de gerek yok:

“Dünya Kupası’nda final oynamanım karşılığında beş kuruş parasız kalacağını söyleseler benim için önemli değil”.

Ne demişti Şenol Güneş:

“Futbolu eskiden açlar oynar, zenginler izlerdi; şimdi ise zenginler oynuyor, açlar izliyor.”

35’ine kadar sahalarda olmayı planlıyor. Sonrası belki federasyon başkanlığı, belki kulüp başkanlığı, belki de Galatasaray’a sportif direktörlük... Nasıl bir hoca olacak? Biraz Simeone, biraz Fatih Terim, biraz Luis Enrique, biraz Hagi, biraz Hiddink, biraz Rijkaard.

Söyleşilerinde sürekli hatalar yaptığını kabul ediyor, arada sırada sosyal medya üzerinden günah çıkarıyor:

“Hayata karşı yaptığım haylazlıklardan, hayattan özür diliyorum. Çok hata yaptım ama asla niyetim kötü değildi ve sonuncusu ve en önemlisi Allah’a ne kadar şükretsem az, çünkü bana verdiklerini bana verdiği akılla hayal bile edemedim.”

Hayranı olduğu Cruyff’un “Bir hata yapmadan önce, o hatayı yapma” sözüyle karşılık vermek haksızlık olur. Hata da başarı da başarısızlık da insanlar için. Bugün en iyi 11’de olursun, yarın en kötüsünde...

O halde Cruyff’un bir başka sözüyle bitirelim:

“Futbol çok basit bir oyundur. Ama hiçbir şey futbolu basitçe oynamak kadar zor değildir.”

 

Fenerbahçe'yle asla olmaz

2006’da CSKA Moskova onu istedi, gitmedi. Yine 2006’nın son günlerinde gazetelerde çıkan demecinde “Rotam İngiltere” diyordu. Ertesi yıl ise “Ölene kadar Galatasaraylıyım” cümlesi dökülüyordu dudaklarından, “Avrupa’ya gitsem bile inanılmaz derecede üzüleceğim. Burası benim evim”.

Galatasaray’la yıllık 1 milyon dolarlık kontratı varken Aziz Yıldırım ona 25 milyon dolar teklif etti, gitmedi. “Fenerbahçe’ye gidersem saygınlığımı kaybetmiş olurum” sözleriyle Fenerbahçelilerin gönlünde apayrı bir yer edindi!

2007 yılında Galatasaray yönetimi düşen performansını gerekçe gösterip Arda’nın reklam filmlerinde oynamasını yasakladı. Oysa o yıl forması en çok satılan futbolcu oydu.

İnsan kimliğini hem sahip olduklarıyla hem de örnek aldığı, hayran olduğu başkalarıyla şekillendiriyor. Arda Turan’ın on yıl önce “Her şeyiyle örnek aldığım bir insan” diye tarif ettiği kişi Hakan Şükür. Birlikte verdikleri söyleşide Şükür de onu şu sözlerle methetti:

“Algıları ve yetenekleri çok kuvvetli. Futboldan beklentileri var ve samimi”. Samimi sözcüğünü Arda Turan yıllar içinde pek çok kez tekrarlayacaktı. “Kötü oynayabilirim, taraftar beni ıslıklayabilir. Bunlar önemli değil. Samimiyetim önemli.” Futbol oynamak samimiyet işiydi ona göre.

 

‘Yanlış anlaşılmasın’

Hayranı olduğu bir başka isim ise ona şans veren, teşvik eden Fatih Terim. Futbol adamlarına hayranlığı şaşırtıcı değil. Ancak hayran olduğu bir başka kişi var ki, futboldan epey uzakta. Bundan on yıl önce verdiği bir söyleşide, “Mehmet Ağar’ı tanıyorum ve seviyorum” demişti. Hayranlığının gerekçesi şuydu: “Ona Fatih Hoca’yla yakın arkadaşlığından dolayı başka bir hayranlığım var”.

2012 yılında Atletico Madrid UEFA Avrupa Ligi şampiyonu olduğunda telefonla bağlandığı bir TV programında ise söze “Mehmet Ağar şu anda içeride” diye başlamıştı; “Burada olmasını isterdim”. Malumunuz Ağar o sırada Susurluk Davası’ndan yargılanmıştı, cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak suçundan cezaevindeydi. “Yanlış anlaşılmasın” diye eklemişti Arda Turan, “Siyasi olarak demiyorum ama kendisini çok severim”.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları