Kültür savaşları...

02 Haziran 2016 Perşembe

Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkında verilen 2 yıl hapis cezası kararının dinsel normlara dayanan gerekçesi, 13 yıldır ülkenin kapitalist laik kültürüne yönelik fiili İslamcı saldırıların, hukuki biçimler alarak ivme kazandığını gösteriyor.

Kültürün ‘maddiliği’
“Sol”un gittikçe yoğunlaşan “kültür savaşlarını”, “üretim sürecinden kopuk bir üstyapı sorunudur” diyerek önemsizleştirme, yeniden üretim süreçlerini unutma lüksü artık yok.
“İnsanların bilinçleri varlıklarını değil, aksine sosyal varlıkları bilinçlerini belirler. İnsanların sosyal varlıkları yalnızca ekonomik ilişkilerden değil, bu ekonomik ilişkileri kabullenmelerini, yeniden üretmelerini, hatta reddetmelerini sağlayan inançlardan, gelenek ve göreneklerden, sanat ve hukuktan, bunları ifade eden söylemlerden, kısacası, kültür dediğimiz anlamlar, simgeler sisteminden de oluşur.
Kültür, simgesel bir evrene tekabül eder (sermaye ilişkisinin yeniden üretimi bu evrende gerçekleşir), aynı zamanda ideolojiktir. Kültür, ideolojinin barınağı, bireyin ‘Gerçek’ var oluş koşullarıyla kurduğu sanal ilişkileri düşünmesinin aracıdır. Bireyin öznelliğini, yaşamını etkileme, belirleme özelliğinden dolayı kültürün bir maddiliği olduğunu söyleyebiliriz.

Sınıf, siyaset ve kültür
Bu bağlamda sol, siyasi mücadelenin gündeminin merkezine sınıfı koymayı düşündüğünde, soyut değil, belli bir kültürün içindeki bireylerden oluşan somut bir sınıfı düşünmelidir.
Kapitalist bir toplumda yaşamın anlamlar sistemini, bireyin bu (bir bütünsellik izlenim veren) anlamlar sistemi içinde kendi yerini bulmasına sağlayan bilişsel haritayı (cognitive map ) sermayenin hareketi belirliyor. Bu bağlamda, Fransa’da şu günlerde, iş yasasına karşı direnişe baktığımızda, hem bu “haritada”, hem de bunun zeminini oluşturan kültürde, belli bir -çelişkili bütünlük- iç tutarlılık görmek olanaklıdır. Bu kültür, kapitalizmin her iki sınıfının da çıkarlarını ifade etmelerine olanak sağlayan kavramları içerir. Neo-liberalizmden, sosyalist-çevreci harekete, dini kurumlara, ırkçılıktan İslamofobiye kadar, tüm kültürel bileşenler kapitalizmin kurguladığı bilişsel haritada bir biçimde yer alırlar; kültür savaşlarından (şimdilik) söz edemeyiz.
Türkiye’de II. Dünya Savaşı sonrasından, son Kürt isyanına kadar geçen dönemde en sert siyasi sarsıntılar, askeri darbeler, komünist hareketler, Faşist reaksiyon, sermayenin (uluslararası sermayenin uzantısı olmanın getirdiği özellikleriyle birlikte) kurduğu, giderek kapsamı genişleyen, nihayet neo-liberal dönemde ülkenin tümünü kapsayan bir bilişsel haritaya kolaylıkla yerleştirilebilir. İşçi hareketinin kendi çıkarlarını savunmasına olanak veren kavramlar, kurumlar olduğu kadar, Kürt isyanı da, ulusalcı karakteriyle bu haritaya, kültürel yaşama (simgesel evrene) uyar.
AKP hükümetleriyle birlikte siyasal İslamın kurguladığı bir bilişsel harita, sermayenin kurmuş olduğu bilişsel haritanın üzerine bir parazit gibi yapıştı, emekçi sınıfların çıkarlarını ifade etmelerine olanak sağlayan kavramları da içeren cumhuriyetçi, laik kültürü değiştirmeye, çözmeye başladı. Şimdi, bu çözülmenin oluşturduğu boşlukta ortaya, hırsızlığı, tecavüzü, yalancılık ve cinayeti sıradanlaştıran ahlaksız bir kültür şekilleniyor.
Bugün ülkede, haklar ve özgürlükler mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak bir “kültür savaşı” yaşanıyor. Bir taraf saldırıyor, bu mücadelenin kavramlarını siliyor, olanaklarını yıkıyor. Öbür taraf (sol, işçi hareketi), bu saldırılara “ad hoc” reflekslerle direnirken sürekli geriliyor. Sol, siyasi mücadelenin içinde sınıfın yanı sıra, bu kültür savaşını da gündemine almadığı sürece gerilemeye devam edecek, zamanla kendini ifade etme, emekçi sınıflarla konuşma olanakları elinden alınarak tamamen susturulacak.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları