Temmuzun diğer önemli konusu

01 Ağustos 2016 Pazartesi

Kanlı bir darbe girişimi, OHAL, eğitimi, orduyu altüst eden derin tasfiyeler, insan haklarının askıya alınması, geleceğe ilişkin bir korku, temmuzun en önemli konusuydu. Ancak, bizim için yaşamsal öneme sahip olan bu gelişmeleri, çok daha kapsamlı, “küresel düzensizlik” başlıklı bir başka konunun içine koyarak düşünmek gerekiyor.

Küreselleşme biterken
Aslında tanıklık ettiğimiz düzensizlik, ABD liderliğinde bir kriz yönetim modeli (hegemonya refleksi) olarak 1980’lerden başlayarak dünya halklarına dayatılan küreselleşme sürecinin 2007 mali krizinden sonra tersine dönmeye başlamış olmasının bir semptomu.
Uluslararası ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, ABD liderliğindeki küreselleşmenin temel bileşenleriydi. Bu süreç sermayeyi yöneten seçkinler açısından küresel bir serbest dolaşım, emekçiler için çoğu kez yasadışı göçmen dalgası olarak yaşanıyordu.
Küresel sermaye hareketleri, zirve yaptıkları 2007 yılında dünya hasılasının yüzde 16’sına ulaşmıştı. Bu oran bugün yüzde 1.6 düzeyinde. Dünya ticareti büyüme hızı 1980-2008 döneminde yılda ortalama yüzde 6’dan, 2009-2016 döneminde yüzde 3 civarına geriledi. Geçen hafta yayımlanan bir rapor gerilemenin sanılandan çok daha sert olduğunu, son iki yılda “0”a yaklaştığını ortaya koyuyordu. Ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesine gelince, özellikle gelişmiş ekonomilerde korumacı uygulamalarda son yıllarda belirgin bir artış var.
Küreselleşme refahı artıracak savı da, özellikle 2008’den sonra gelişmiş ülkelerde gelir dağılımı dengesizliklerinin daha da derinleşmesiyle çöktü. Şimdi, yükselen toplumsal tepkilerin siyasi sonuçları, geçen haftalarda Martin Wolf, Nuriel Roubini, Stephen Roach gibi, küreselleşme dönemini yaşamış, savunmuş birçok ekonomistin yorumlarında, kapitalizmin geleceği açısından, çözülmesi gereken çok önemli bir sorun olarak vurgulanıyor.
ABD’de Bernie Sanders, İngiltere’de Jeremy Corbin’in benzer vurgular yapması doğal ama Clinton’un Transatlantik Serbest Ticaret Anlaşması’na karşı olduğunu açıklamasına, İngiltere Muhafazakâr Partisi’nin yeni lideri Theresa May’in, daha şefkatli, bir kapitalizm vaat ettiği ilk konuşmasının önemli kısmını, eşitsizliklerle mücadele etmeye yönelik devlet müdahalesine, şirketlerin yönetim kurullarına işçi ve tüketici temsilcilerinin alınmasına, dış ticaret üzerinde daha güçlü bir denetime ayırması; çok fazla rant, çok az değer üretiliyor olmasından yakınması, neo-liberal küreselleşme söyleminin geç de olsa değişmeye başladığına işaret ediyordu. Ancak bu değişimin pratik sonuçları konusunda büyük bir belirsizlik olduğu da bir başka gerçek.

Düzen dağılıyor...
Geride kalan küreselleşme hem kapitalizmin bir sermaye birikim rejiminin (Fordizm) krizine ait bir kriz yönetim biçimiydi, hem de bu kriz içinde, siyasi kültürel düzeyde işleyen bir biçimlendirici; bir anlamda bir düzen kurucuydu.
Küreselleşmeyi oluşturan eğilimler, özellikle 2008’den bu yana hızla tersine dönerken, küreselleşmeyi savunmuş olan sağ ve sol merkez partilerin zayıfladığını, ABD ve İngiltere’de olduğu gibi kendi içinde bölünmeye başladığını, küreselleşme karşıtı, sağ ve sol popülist akımların yükseldiğini, kapitalizmin tarihinin, korumacılık, milliyetçilik, ırkçılık, militarizm, terörizm gibi karanlık oyuncularının yeniden sahne almaya başladığını görüyoruz.
Batı’da Brexit’in olası etkilerinin yanı sıra, “3T”, Trump, terörizm, Türkiye (rejiminin, ekonomisinin geleceği, Rusya’ya yakınlaşma manevraları) büyük kaygı yaratıyor. Rusya Batı’da NATO ile giderek daha sık karşı karşıya gelirken, Çin Denizi’nde, statüsü tartışmalı sularda Çin’in, uluslararası mahkemenin kararını hiçe sayarak düzenlediği savaş oyunlarına katılmaya hazırlanıyor.
Bu düzen dağılırken, büyük bir istikrarsızlık içine düşen Türkiye’yi bekleyen riskler de artıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları