Dış politikada olanaklar, yaşamsal riskler

08 Ağustos 2016 Pazartesi

Dünya düzeninde tarihsel bir dönüşüm yaşanıyor. “Doğu” ile “Batı” arasında stratejik bir noktada bulunan Türkiye’nin yöneticileri, dış politika alanında manevra alanlarının, siyasi projelerini, ekonomik çıkarlarını ilerletmelerini kolaylaştıracak yönde genişlediğini düşünüyorlar. Ancak bu genişleme, yeni olanakların yanı sıra yaşamsal riskler de getiriyor.

Küreselden ‘çok kutupluya’
Bu dönüşümün arkasında, ABDAvrupa merkezli “Batı” kapitalizminin, devletler arası düzenin krizi var. ABD dış politikası, Soğuk Savaş bittiğinden bu yana adeta bir fiyaskolar dizini. Trump’ın yükselişi, siyahilerin yeniden bir sivil haklar hareketi başlatmak zorunda kalması, iç politikanın istikrarsızlığını sergiliyor. Brexit, yükselen milliyetçilik, ırkçılık, göç dalgası, birbiri ardına gelen terörist saldırılar, Avrupa Birliği’nin iktidarsızlığını sergiliyor. AB liderlerinin Türkiye’de tezgâhlanan askeri darbe girişimine karşı hızlı tavır almayı başaramamış olmaları da bu iktidarsızlığın bir sonucu.
Madalyonun öbür yüzünde, Rusya’nın Ukrayna ve Suriye’de kendi çıkarlarını dayatabilmesi; Çin’in yükselişinin ABD merkezli dünya ekonomisi, düzeni üzerindeki etkileri var. Çin’in sermaye ihracının, sanayileşmiş ülkelere ve hammadde-enerji üreticilerine sunduğu talebin dünya ekonomisi içindeki ağırlığının özellikle 2007’den bu yan sürekli artması; uluslararası mahkemenin Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı sulara ilişkin kararını Çin’in kolaylıkla yok sayabilmesi, bu etkilerin ulaştığı düzeyi gösteriyor.
Geçen yıl Credit Suisse’in yayımladığı bir rapor (aktarmıştım), “küreselleşme sona ermiyor, ama çok kutuplu olmaya başlıyor” sonucuna ulaşıyordu. Tarih bize, çok kutuplu şekillenmelerin hegemonya rekabeti altında savaşlara yol açtığını söylüyor.

Pazarlık ve dengeleme
Dünya düzeninin geçirmekte olduğu değişim süreci içinde, doğu-batı arasında “köprü” olarak görülen Türkiye’nin, bir büyük güçten gelen basıncı, başka büyük güçlerle geliştireceği ekonomik, diplomatik askeri ilişkilerle dengeleme, ABD
AB düzeninin içindeki konumunu pazarlık konusu yapma olanağının artığı söylenebilir.
Ancak bu olanağın Davutoğlu dönemindeki gibi ziyan edilmemesi, yeni yaşamsal riskler yaratılmaması için öncelikle ekonominin, devletin yapmak istediği manevraları taşıyacak güçte olması gerekiyor. Diğer taraftan, AKP Türkiye’sinin yöneticilerinin, Türkiye kapitalizminin dışa bağımlılığının özelliklerinin koyduğu sınırları, teknolojik, mali kaynaklarının, dolayısıyla devletinin olanaklarının, dengelemeye, pazarlık yapmaya çalışacakları ülkelere göre çok sınırlı olduğunu da unutmamaları gerekiyor. Türkiye’nin siyasi-kültürel coğrafyasında etnik, dini/ mezhep farklarının fay hatları üzerindeki basıncın hızla artmakta olduğunu da...
Bu fay hatları üzerinde biriken basıncı azaltacak kurumlar yaratılamaz, çözümler üretilemezse dış politikada amaçlanan manevralar zorlaşmanın ötesinde çok büyük riskler yaratacak, büyük dönüşümün “paylaşım sofrasına oturmaya çalışanlar kendilerini, sofra yerine menüde bulacaklardır”. Baskı, şiddet, “muhteşem tarihe” ilişkin fantezilerle desteklenen milli-dini birlik söylemleri, bu kurumların yerine geçemeyecektir.
Ekonomik, kurumsal yetersizlikler giderilmeden, ekonomik, siyasi, kültürel, etnik-dini farklılıkları kapsayan toplumsal uzlaşmalara-barışa dayanan bir istikrar kurulamadan, dönüşümün içinde açılmakta olduğu varsayılan manevra alanından yaralanmaya yönelik hamleler, kolaylıkla fay hatlarından birinin çukuruna yuvarlanmaya, bugünkünden daha büyük felaketlere yol açabilecektir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları