Geçen Haftanın En Önemli Olayı

07 Nisan 2014 Pazartesi

Bence, geçen haftanın en önemli olayı, Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (HAİDP) yayımladığı rapordu. Rapor, yıllardır konuşulan küresel iklim krizinin açlığa, su baskınlarına, orman yangınlarına, salgın hastalıklara ve hatta savaşlara yol açan etkileriyle birlikte artık kapıya dayandığını belgeliyor.

Yarın değil, şimdi
Yakın zaman kadar küresel iklim krizi, “gelecekte”, yüzyılın sonuna doğru gerçekleşecek bir şey olarak tartışılıyordu: Önlem alınmazsa şunlar olacak, bunlar olacak filan... Birleşmiş Miletler, ilk ilkim değişikliği raporunu 1990’da yayımladı. O günden bu yana yayımlanan raporların tonu, “uluslararası topluluk”, G-20 grubu BM üyeleri, “büyük güçler”, devletler alınması gereken önlemlerde anlaşamadıkları, anlaşsalar bile uygulamadıkları için gittikçe kötümserleşti.
Geçen hafta yayımlanan HAİDP 2014 raporunun hazırlanmasında 2000 uzman görev almış, yazılmasında 460 uzman katkı yapmış, ortaya çıkan 2 bin 600 sayfalık metni de konularında önde gelen 309 bilim insanı, gözden geçirmiş ve yayıma hazırlamış. Artık, “İklim krizi var mı, yok mu” tartışması anlamsız. Bundan sonra yapılabilecekleri düşünmek gerekiyor.
Üç yıllık bir çalışma sonucu tamamlanan rapor, atmosferdeki karbondioksit, metan gazı oranlarının ulaştığı düzeyin ekonomik büyümeyi tehdit ettiğini, yoksulluğu artırdığını gösteriyor. Buğday, mısır gibi temel tarım ürünleri üretiminin verimliliği düşüyor, kasırgalar, su baskınları, yangınlar, hatta iklim değişikliğine bağlı olarak artan tropik hastalıklar, kıt kaynakları daha da kıtlaştırıyor. Bu basınç, yoksulluk ve eşitsizlik gibi iki yapısal “fay hattına” çarpınca, toplumsal düzeni tehdit etmeye başlıyor.
Raporun en çok okunan özet bölümünde, geçen yıl 40 kez vurgulanan kriz kavramı bu yıl 230 kez anılmış. Bu rapora dikkatli ve yakın okumaya dayalı bir bakış, The Atlantic’ten Uri Friedman ve Svati Kristen Norula’nın işaret ettiği gibi, daha önceki raporlarda iklim krizine karşı alınabilecek önlemlere yapılan vurgu, bu raporda çok belirgin biçimde, uyum sağlama konusuna kaymış. HAİDP 2007 raporunda uyum sağlama konusuna yalnızca iki sayfa ayırmışken bu yılki raporda, bu “daha önceleri tartışılması tabu” kabul edilen konuya dört bölümden fazla yer ayrılmış.
HAİDP raporu, yalnızca vurguyu uyum sağlamaya kaydırmakla kalmıyor, aynı zamanda, çözüm konusunda, yerel yönetimlerin, girişimcilerin inisiyatiflerine güveniyor. Diğer bir deyişle, “etkisinden kimse kurtulamayacak”... “küresel bir sorun”, “çok zaman kalmadı” gibi ifadelerle birlikte masaya konan bu tüm uygarlığı tehdit eden küresel soruna karşılık gündemde, uluslararası işbirliği, uluslararası kurumsallaşma, küresel çözümler yok. Baksanıza, işbirliği bir yana, Batı’da (ABD-AB-Rusya) yeni bir “soğuk savaş”, Uzakdoğu’da (Çin- Japonya) sıcak savaş olasılıkları konuşuluyor.
Hızla derinleşen küresel iklim krizine, bırakın önlem almayı, uyum sağlamak için gereken inisiyatifi girişimcilerden bekliyorsak aslında girişimcileri hareket ettiren, kârlılıktan, dolayısıyla Deleuze ve Guattari’nin kavramını ödünç alırsak “Kapitalist Kâr Makinesi”nden bekliyoruz demektir; bu sorunu yaratan şeyden...

Uzaylılar da olabilir...
“Küreselleşmenin” daha da hızlandırdığı kentleşmeye, haz kültürüne bağlı daha çok hidrokarbon tüketiminden daha çok karbondioksite, yoğun tarımdan özellikle et ve mandıra sektöründe oluşan daha fazla metan gazı, daha çok su, kereste tüketimine bakınca karşımıza hızlı büyüme (sermaye birikimi) arzusu ve dinamikleri çıkıyor. BM’de 1990’lardan bu yana iklim krizi konusunda gündeme gelen tüm önlemler, hep bu büyüme arzusu duvarına çarparak öldüler. Bu kez BM, HAİDP 2014 raporu artık çok geç, bari uyum sağlayalım demeye getiriyor.
Ben, umutlanmıyorum. Raporun yayımlandığı hafta Wall Street Journal, Michael Mandelbaum adlı bir yazarın “Küresel Refaha Giden Yol” (Road to Global Prosperity) başlıklı çalışmasının tanıtımına kapsamlı bir yer ayırmıştı. WSJ, kitabın 240 sayfasından 60 sayfasının, iş çevrelerinin yayımlarından oluşan 400 kaynağa ayrılmış olmasından hareketle, “Belli ki kitaptakiler salt Mandelbaum’un değil, aslında iş çevrelerinin fikirleri” diyor. Bu fikirlere göre, “insanlığın refahına giden yol ekonomik büyümeden, küreselleşmeden, serbest piyasadan geçiyor”. Bu fikirlere göre “devletlerin esas görevi ekonomik büyümeyi teşvik etmek”, önlem alıp piyasayı denetlemeye kalkmak değil. WSJ “Küreselleşmeciler, 2008 krizinde yara aldılar, ama boyun eğmemişler” diyor.
Belli ki iş çevreleri, ne finansal krizden bir ders çıkartmışlar ne de küresel iklim krizi umurlarında: Tek yol, “ekonomik büyüme” (kârlılıkbirikim) demeye devam ediyorlar... Bu gözlem, geçen ay “İsyanlar Boşuna Değil” başlıklı yazımda aktardığım, NASA’nın bünyesinde, “uygarlığın geleceğine ilişkin” yapılmış bir araştırmanın bulgularıyla da uyum halinde. O araştırmaya göre, uygarlıkların yıkıma gidişinin arkasındaki dinamikler bugün de gözlemlenebiliyor: Araştırma, “Biriktirilen ekonomik fazla toplumda eşit biçimde dağıtılmıyor, aksine bir seçkinler grubu tarafından kontrol ediliyor... Seçkinler, zenginliği üreten toplumsal kitlenin payına çok az, ancak geçinecek düzeyin az üstünde bir miktar ayırıyorlar”... “Neticede seçkinler çok fazla tüketiyor, halkın arasında açlık baş gösteriyor”... “Nüfus artışı belli bir dengeye kavuşur, insan başına kaynak tüketimi azaltılır ve kaynaklar daha eşitlikçi biçimde dağıtılabilirse toplumsal çöküş engellenebilir” diyor.
Ekonomik büyüme, serbest piyasa saplantısı, bugün elinde ekonomik, siyasi güç olanların, uygarlığın geleceğini tehdit eden iklim krizine, toplumsal krizlere, savaşlara karşı önlem alacak akla sahip olmadıkları açıkça gösteriyor. Peki ne olacak?
Eski ABD Devlet Başkanı Bill Clinton, geçen hafta bir TV söyleşisinde, “Eğer uzaydan bir tehdit gelirse belki o zaman bu dünyada bir kader birliği içinde olduğumuzun ayırdına varabiliriz” diyordu. Desenize umudumuz, bizi sömürgeleştirmeye gelecek ileri bir uygarlığın karşısında birleşme olasılığına kalmış. Ya birleşmeyi başarsak bile sömürgeleştirilmekten kurtulamazsak?
Clinton, “Bir gün bizi ziyaret etmiş olduklarını öğrenirsem hiç şaşırmayacağım” demiş. Sanırım, bu uygarlığın ekonomik siyasi güç ilişkileri böyle kaldığı sürece, uzaylıların tehdidinin insanlığı birleşmeye zorlayacağını hayal etmek, iklim krizine karşı işbirliğini hayal etmekten daha kolay olmaya devam edecek!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları