Tarihe geri dönerken

03 Ekim 2016 Pazartesi

Yıllardır tarihin geri dönüşünün hep kötü örneklerine şahit olduk. Geçen hafta İngiltere İşçi Partisi konferansı, tarihin geri dönüşünün umut verici bir örneğini oluşturuyordu.

Sosyal demokrasi, yeniden!
Konferansta, Jeremy Corbyn, parti içindeki Blair’ci militarist-neoliberal blokun tüm maddi manevi sabotajlarına karşın bir yılda ikinci kez, hem de oy oranını yükselterek başkan seçildi.
Geçen yıl, birbirinden farksız Blair’ci adayların karşısında Corbyn’in hiç beklenmedik biçimde kazanması, partide ve medyada büyük şok, tepki yarattı. Buna karşılık partinin üye sayısı, partiyi, Corbyn’i savunmak için katılanlarla ikiye katlanarak 600 bine ulaştı. Kongreye gelindiğinde artık karşımızda farklı bir İşçi Partisi, sosyalizm sloganını hiç “utanmadan” tekrarlayan bir liderlik vardı.
Bu liderliğin programıyla, muhalefetinin ideolojik eğilimlerini karşılaştırınca, İşçi Partisi’nin ülkedeki sınıf mücadelesinin emekçilerden yana gelişmeye başlayan bir ürünü olduğunu görüyoruz. Syriza, Podemos, sosyalizm, sınıf mücadelesi kavramlarından uzak durarak yeni bir popülizmi denemeye çalışıyorlardı. İşçi Partisi’yse klasik sosyal demokrasi geleneği üzerinde kendini yeniliyor.
Örneğin, İşçi Partisi, yeni yatırımla ülkenin altyapısını yenilemeyi, konut sorununa eğilmeyi, ulusal sağlık sistemini, kamu taşımacılığını geliştirmeyi planlıyor. Toplu taşımacılıkta yeniden kamulaştırma, ulusal sağlık sisteminde özelleştirmeye son vermek, eğitim sisteminde eşitlikçi, yalnızca ekonomik üretime değil, kültüre, sanata da önem veren bir yaklaşım gündemde. Sendikalar yasası da değişecek. Korporasyonların, büyük servetlerin vergileri artacak, sermaye hareketleri denetlenecek. İşçi Partisi bundan böyle orta, düşük gelirlilerin çıkarlarını savunmaya odaklanacak. Yine klasik sosyal demokrat partilerin bir özelliği olarak, savunma harcamaları, göçmenlik, Brexit konusu bulanıklığını koruyor.

Tarihin yönü de uygun
The Times’ın bir yorumcusu, “Tarih yoluna devam ederken İşçi Partisi saplanıp kalmış” diyordu. Halbuki, mali kriz, “neo-liberal küreselleşmeci muhafazakârlığı ” iflas ettirerek her şeyi değiştirdi. Corbyn, “takılıp kalanları” değil tarihle birlikte ilerleyenleri temsil ediyor.
Sermaye sınıfının kimi sözcülerinin yorumları da tarihin yeni yönüne işaret ediyor. The Times’ın da sağındaki Daily Telegraph’da Evans-Pritchard, son UNCTAD raporunun neo-liberalizmi, mali piyasaları suçlayan bulgularını, maliye politikalarına, stratejik sektörlere yatırıma, sermaye hareketlerini denetlemeye ağırlık veren önerilerini “çok radikal” ancak “tartışmaya değer” buluyor; “Küreselleşmenin sermaye sahiplerinden, başka kimseye yararı olmadığını” kabul ediyor.
The Economist de bu hafta küreselleşmeyi savunmaya çalışan ekinde, çok zorlanıyor “ama ya olmasaydı daha kötü olurdu” gibi anlamsız bir sava sığınıyordu.
Financial Times’dan Gavin Davies, hükümetlerin yaklaşımında kemer sıkma politikalarından, maliye politikalarına (Keynesgil, borçlanma-harcama, kamu yatırımları, vergi indirimleri vb.) doğru bir kayışın başladığını saptıyor. William White, “Küresel borç krizini ancak devlet müdahalesi çözer” başlıklı yazısında, parasal önlemlerin sonuç vermediğine işaret ederek, Keynes’in bütçe ve yatırım, Hayek’in borçların silinmesine, batık firmaların kapatılmasına, büyümeyi artırıcı, arz yanlı politikalarının birlikte uygulanması gerektiğini savunuyordu.
Martin Wolf’un, yatırımların, özellikle altyapı yatırımlarının, temel eğitimin yetersizliğinden, konut piyasasındaki çarpıklıktan yakınan yazısındaki önerileri de İşçi Partisi programını akla getiriyor. Muhafazakâr Parti, işçi haklarını genişleteceğini ima ederek “İşçi Partisi’nin programından çalmaya çalışıyor” (The Independent). Belki de rüzgâr işçiden yana esmeye başlıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları