Ahmet İnsel

Plebisiter diktatörlük ya da yerli faşizm

18 Ekim 2016 Salı

Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce Türkiye’nin muhakkak büyümesi, genişlemesi gerektiğini söylemişti. Kast ettiği büyüme ve genişlemenin iktisat veya nüfus anlamında mı yoksa coğrafi mi olduğu muğlaktı. Rize’de, kendi adını taşıyan üniversitenin açılış töreninde yaptığı konuşma bu muğlaklığı biraz ortadan kaldırdı. Fiziki sınırlara elbette saygı gösteririz demeyi ihmal etmeden, gönüldeki sınırların bambaşka olduğunu belirtti. Buna sınır çekilmesine izin verilmeyeceğini söyledi.
“Bize yabancı olmayan” yerleri sıralarken Gürcistan, Yunanistan, Suriye ve Irak sınırları içinde dolaşıyordu. Rize’yi Batum’dan, Gaziantep’i Halep’ten, Mardin’i Haseke’den, Siirt’i Musul’dan ayırmanın, birbirleri ile ilgili olmayan yerler olarak kabul etmenin mümkün olmadığını söyledi. Doğal bir coğrafi-iktisadi ilişkiden çok daha ileri giden, gönüldeki sınırları ele veren bir vurguyla bunu ifade etti. “Türkiye, sadece Türkiye değildir” diye sözünü tamamlarken bunu istiklal ve istikbal meselesi olarak sunuyordu.
İstiklal ve istikbal meselesinin söylenmeyen adı Kürt korkusudur. Bu korku çerçevesinde oluşan milliyetçi sağdinci blokun milliyetçi laik kesimin bir kısmını da içine alarak güçlenmesine şahit oluyoruz. İçinde bulunduğumuz yüzyıla ve Türkiye’ye özgü bir faşizm veya plebisiter diktatörlük şekilleniyor.
Faşizm nitelemesi olur olmaz yapıldığı, çoğu zaman bir küfür gibi kullanıldığı için dikkatli olmak gerekir. Hannah Arendt İtalya’da kendini faşist olarak tanımlayan rejimin 1938’e kadar “sıradan bir milliyetçi diktatörlük” olduğunu iddia eder. Fisichella ise İtalya’da faşizmi “bir şeyleri hep eksik kalmış bir totalitarizm” olarak değerlendirir. Başka sosyal bilimcilere göre ise, İtalyan faşizmi başından itibaren totaliter niteliklerin baskın olduğu bir diktatörlüktür. Hemen hemen bütün faşizan yönetimlerin özelliği, yayılmacı bir ruh haliyle ve iç düşman tehdidine dayanan bir kitle mobilizasyonuyla iktidarlarını diri tutma yolunu seçmiş olmalarıdır.
İtalya’da, 1926’da Koloniler Bakanı Di Scale, İtalyan Afrika Cemiyeti’nde şöyle konuşuyordu: “Faşist İtalya, gelecek yönetimini yaratmak için, büyük atalarının izlerini arıyor. Bunları Afrika topraklarında her yerde buluyor.” İtalyan faşizmi için Afrika’daki halklar nezdinde İtalya’nın taşıdığı tarihi bir sorumluluk vardı. Mussolini ise, İtalyan Ansiklopedisi’ne 1932’de kendinin yazdığı Faşizm maddesinde, “Bir yaralının yara bandında yazılı olan, Squadristi’lerin (Kara Gömlekliler) gururlu sloganı olan ‘Umurumda değil!’, bir savaş eğitimidir, bunun risklerinin kabul edilmesidir. Bu yeni bir İtalyan yaşam tarzıdır” diyordu. Yayılmacı, eril ve lümpen bir söylemle İtalyan faşizmi gençliği cezbetti.
Türkiye’de de irredantist vurgusu yüksek söylemin lümpen bir popülist ağızla tamamlanması şaşırtıcı değil. Ölmenin adam gibi ve madam gibi çeşitleri olacağını söylerken dışavurulan hem kadını hem de Müslüman olmayanı aşağılayan o bilinçaltı akışı, bu sözü dinleyenlerle bütünüyle titreşim halinde. Emine Erdoğan bu nezih latifeye bir kadın olarak gülerek tepki verirken çocuklar gibi şen akıncılar “FETÖ pabucu yarım, çık dışarı oynayalım” diye haykırıyor.
Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanı, çağrıldığında “sağa sola bakmadan sokağa bayrakla çıkabilecek” bir yeni nesil yetiştirmek amacında olduklarını açıklıyor. Daha önce bunun dindar bir nesil olmasının da amaçlandığı ilan edilmişti. İçinde bulunduğumuz yüzyıla özgü faşizmin önemli öğeleri yan yana geliyor. İhbarcılığın patlama yapması da bu gidişatın anlamlı bir işareti.
Ataların izinde yayılmacılık, militarizm, adam gibi ölmekten korkmamak, hadi deyince elde bayrak sokağa koşmak, tarihi hurafelerle doldurmak, muhalefeti ihanet, yaşanan sorunları istikbal ve istiklal mücadelesi olarak tanımlamak… Bunların hepsi geçen yüzyılın faşizmlerinde yer alan öğeler. Buna karşı çıkanların milli ve yerli olmama damgası yemesi, iç düşman olarak tanımlanması da.
Türkiye’de iktidar sözcülerinin eleştirilere karşı kullanmayı çok sevdikleri bir savunma cümlesi vardır: “Resmin bütününe bakın.” Gözümüze sokulan büyük resme tarihi tecrübeler ışığında bakınca, günümüz yerli faşizminin en olası hali olan milliyetçi ve dinci bir plebisiter diktatörlük yönünde hızla ilerlediğimiz gözüküyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları