Rant ve hayat

31 Ekim 2016 Pazartesi

Geçenlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki şiir gibi laf etti: “Arkadaş... rant olmadan hayat olmaz.” Ne de olsa, şiirsel olan, bilinç dışından bilince sızanların dilin içinde ifadesi (Kristeva) değil mi?

‘Hayat’ ama hangisi vekimin için?
Özhaseki “hayat olmaz” derken sanırım, biyolojik - zoolojik değil, toplumsal bir oluşu kastediyor ama kimi göçebe topluluklar, Amazon ormanlarında yaşayan kimi tarım hayvancılık öncesi kabile yapılarında “hayat” rant olmadan da var olabilmektedir.
Besbelli ki Bakan’ın aklındaki genel olarak toplumsal hayat değil, belli bir “toplumsal hayat”tır. Bakanın kastettiği bu “hayat”ı tanımlayabilmek için de toplumsal hayatın maddi “gerçekliği” ile bu maddi gerçekliğin bireyin zihninde oluşan resmi arasında bir ayrım yaparak devam etmemiz gerekiyor. Gerçekliğin bir bireyin zihninde oluşan resminin, o bireyin, gerçekliğin, gerçekliği oluşturan pratiklerin içindeki yerine ve göreli konumuna, gerçekliğe hangi noktadan ve açıdan baktığına bağlı olarak şekilleneceğini söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle bireyin bilincini onun sosyal varlığının belirleyeceğine ilişkin uyarıyı aklımızda tutacağız.
Şimdi, “hangi konumda olanlar, hangi bakış noktası ve açısından bakanlar için ‘rant olmadan hayat olmaz’?” sorusunu sorabiliriz. “Bu rant nasıl bir şeydir? Hangi hayatın var olması için önkoşuldur?”

Üretim ve rant
“Rant” kira anlamına gelse de fazlasını içerir: Örneğin, toprak kirası, konut kirası, doğal kaynaklara, mali araçlara yapılan yatırımlardan elde edilen gelir, tekelci yapıların ortalama kârın üzerinde elde ettiği diferansiyel kâr, mali aracıların üçüncü kesimlerden elde ettiği gelir, entelektüel/simgesel ürünlerin mülkiyetinden doğan telif ve patent hakları... Rant sınırlı, ya da yapay olarak sınırlı hale sokulmuş (tekelleştirilmiş) bir varlığın mülkiyetine sahip olma ayrıcalığından elde edilen bir gelirdir.
Rant, artık değerin üretimine değil, bölüşümü sürecine aittir. Üretilen artık değer, kâr (sınai, ticari), faiz ve rant olarak bölüşülür. Rant, sınai ve ticari kâr gibi artık değerin üretilmesi sürecinin, onun uzantısı değerlenme sürecine ilişkin bir etkinlikten (mülkiyet biçiminden) değil, bölüşüm süreci üzerinde yaşayan asalak bir etkinlikten kaynaklanır. İşte rant, toplumun bu asalak etkinliği gerçekleştiren kesimi için “hayat”tır.

Ve asalaklar
Müslüman entelijensiyayı, siyasal İslamın egemen sınıfı olarak tanımlarken, bilginin çok kritik bir üretim aracı oluşturduğunu birçok kez vurgulamıştım. Dini bilginin üretiminin, kullanımının ve yeniden üretiminin, bunları tekelinde tutmanın getirdiği iktidar, bu kesime, ulemadan bu yana her zaman, “toplumsak artıktan”, sonra artık değerden, üretime katılmadan rant biçiminde pay alma imkânı veriyordu. Bu iktidara bir de devletin olanak ve imtiyaz dağıtma araçlarının kontrolü eklenince, siyasal İslamın egemen sınıfı Müslüman entelijensiya, toplumsal artıktan rant biçiminde pay alma olanaklarını hızla genişletti. Gerçekten de Müslüman entelijensiya açısından, dini bilginin, devletin kaynak ve imtiyaz dağıtma araçlarının üzerindeki tekelci kontrollerinden elde edilen rant olmazsa hayat da olmayacaktır.
Rantın alınabilmesi için artık değerin üretilebilmesi ya da başka ülkelerde üretilmiş artık değerin, yatırım, kredi, hibe, rüşvet olarak ekonomiye girmeye devam etmesi, nihayet, Müslüman entelijensiyanın da iktidarda kalmaya devam etmesi gerekiyor. Bu iki koşulun ikisinin de gittikçe kırılganlaşmaya başladığına ilişkin bir algının bu kesimde, egzistansiyalist bir gerginlik yaratması doğaldır. Bakanın, “rant olmazsa hayat olmaz” sözleri, Müslüman entelijensiyanın, bastırılarak bilinç dışına hapsedilmiş gerçeğinin (iktidar yoksa rant yoktur, rant yoksa da hayat...) bu gerginliğin basıncıyla dışarıya sızarken dilde ifadesini bulmasıdır; bir şiir gibi adeta...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları