Bir trajedinin sonuna doğru

05 Aralık 2016 Pazartesi

Trajedi diyorum çünkü maddi koşullara (doğaya, “tanrılara”) karşı, tam bir kendini beğenmişlikle başladı. O zaman, Suriye’de rejim değişikliği projesinin büyük can, mal kaybına, yıkıma yol açacak, sonu belirsiz bir macera olacağını savunduk.

Suriye Libya değildi
Şam’da, 2011 Martı’nda demokratik taleplerle protesto gösterileri başladı; rejim kısa sürede reform olasılıklarını tartışır noktaya geldi. Ancak, muhalefet zayıftı, çok parçalıydı, lidersizdi. Rejim reformdan söz ediyordu, ama reformlardan önce muhalefeti bastırmaya kararlıydı. İnsanlar hapse atılacak, belki yüzlercesi ölecekti...
O günlerde, bu protestoları fırsat bilerek Suriye’ye müdahale etmenin çok yanlış olacağını yazıyorduk. Suriye, Libya’dan farklı olarak, dağlık bir coğrafyaya sahipti. Sivil nüfus, bu dağların arasında, kenarlarında, kentlerde yaşıyordu. Havadan bombalamak olanaklıydı ama tali hasarın çok yüksek olması kaçınılmazdı. Esad rejiminin çok gelişkin bir hava savunma sistemi vardı. Suriye’nin nüfusu Libya’nınkinden 3.5 kat; ordusu, Libya ordusundan sekiz kat daha büyüktü; iki kat daha fazla uçağı, dokuz kat daha fazla tankı vardı. Rusya, Suriye’deki çıkarlarından vazgeçemezdi. “Suriye toplumunun büyük bir kesimi, Sünni - İslamcı akımların önderliğindeki bir isyandan, rejimden korktuklarından daha çok korkuyordu”. İsyan Alevi nüfusu fiziki, Sünni burjuvaziyi de ekonomik olarak yok olma riskiyle yüz yüze bırakıyordu. Dahası Birleşmiş Milletler’de, Libya’ya müdahale etmeye olanak sağlayan karara benzer bir karar çıkarmak Rusya, Çin yüzünden olanaksızdı.
Ancak dış müdahale geldi. İran’dan korkmaya başlayan Batı, Körfez monarşileri rejimini değiştirmeye karar vermişti. Barışçı protesto gösterileri hızla silahlı çatışmalara dönüştürüldü. Fantezi dünyasında yaşayan AKP rejiminin liderliğine, özellikle de zamanın Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na göre rejimin 5-6 aylık ömrü vardı. Bu heyecanla Türkiye’nin sınırları açıldı, cihatçı isyancılara geçiş koridoru oldu.
Muhalefetin demokratik, hatta sosyalist isyancıları kısa sürede cihatçı çeteler tarafından tasfiye edildiler. Demokratik baş kaldırma yerini mezhep savaşına bıraktı.
Bu savaş, Suriye’yi aşan iki sonuç yarattı: IŞİD ve sığınmacılar dalgası. Bu ikisinin kesişmesi Avrupa’da ve ABD’de sağ popülist ırkçı yükselişi güçlendirdi; AB projesinin, hatta liberal demokrasinin geleceği üzerinde büyük bir soru işareti oluştu. Rusya Ortadoğu’ya oyun kurucu bir aktör olarak girdi.

AKP rejimi burnunu sokmasaydı...
Şimdi gelinen noktada Esad rejimi Halep’i geri alıyor, Şam’ı temizliyor. Bölgeyi iyi bilen analistler sıra İdlib’de, isyancılar artık yalnızca kırsal bölgelere sığınmak zorunda kalacaklar; Esad rejimi IŞİD’e, cihatçılarla karşı savaşmakta olduğundan, fiilen Batı’nın doğal müttefiki oluyor diyorlar ve ekliyorlar, ABD’de Trump ve Fransa’da yakında Villon, Rusya ile yakınlaşmaktan yana; Suriye ile ilgilenmeyecekler. AKP Türkiye’sinin Rusya karşısında takla atmaktan başı dönüyor, ekonomisi siyasi krizlerin, sığınmacıların basıncı altında eziliyor, ordusunun teknik ve moral yetersizliği, Başbakan’ın ağzından gözler öne seriliyor. Kürt sorunu, AKP rejiminin jeopolitik kâbusuna dönüşüyor.
Eğer AKP rejimi Suriye’ye burnunu sokmasaydı, isyan yüzlerle ifade edilebilecek ölü sayısıyla kalabilecek bir yenilgiyle sonuçlanacaktı; 200 bin can kaybına, milyonlarca sığınmacıya yol açan, Batı’da İslamofobi, ırkçılık ve milliyetçilik-militarizm üreten, Rusya ile Batı’yı karşı karşıya getiren bir trajediye dönüşmeyecekti.
Bir Yunan trajedisinin sonunda tanrılar “kötüleri” cezalandır. Ancak karşımızdaki akan kana, ihanete; kötü, deli, saf kurban gibi karakterlerin bolluğuna bakınca, kötülerin batarken yanlarında iyileri de sürükledikleri bir Jacobean trajediye benziyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları