Kasabın bıçağı

10 Şubat 2017 Cuma

Gündem çok yoğun, içerde olanlar demokrasinin çöküşü açısından çok daha önemli, ama ben dışarda olanların üzerinden geçeyim diyorum. Zira dış siyaset konuları aslında içerde yaşadığımız savruluşlardan bağımsız değil. Bir uçtan diğerine savrulan, bugün söylediğini yarın reddeden, bunu yaparken suçu hep kendi dışındakilere atan bir iktidardan bahsediyorum. Son örnek, İsrail ve Filistin’de olanlar, son gelişmeler.
Öteden beri, iktidar çevresi, sağcılar, muhafazakârlar ve özellikle İslamcılar Filistin konusunda çok duyarlıdır diye biliyoruz, en azından böyle bir intiba sahibiyiz. Oysa işin evveliyatını kurcaladığımızda, bu kesimin Filistin duyarlığının, FKÖ’nün geri çekilip, Filistin davasında İslamcı Hamas örgütünün öne çıkmasından sonra geliştiğini görürüz. Ondan önce Filistin meselesi daha ziyade sol siyasetin konusuydu, işin bu kısmı unutuldu, tıpkı İsrail ile can ciğer ilişkilerin kurulduğu dönemin sağcıların yere göğe sığdıramadığı Demokrat Parti dönemi olduğu gerçeği gibi. Ama sonuçta, İslamcılar uzunca bir zamandır, Filistin konusunda güya çok hassaslar, nitekim Mavi Marmara hadisesi de bu çerçevede gerçekleşti.
Gün oldu, devran döndü, İslamcıların iktidarının Ortadoğu’daki politikaları çıkmaza girince İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesi ihtiyacı doğdu, o kadar ki, Mavi Marmara davası bile apar topar kapatıldı. Sonuçta, baştan biraz mırın kırın etmeye kalkışanlar dahi, seslerini kesmek zorunda kaldı. Hadi, onu da geçelim, ‘uluslararası siyasetin cilveleri’ diyelim, ‘ülkelerin çıkarları önde gelir’ diyelim. Bu arada, ‘hani Türkiye idealist dış politika sürdürüyordu, değerli yalnızlık’tı, nasıl birdenbire, bu kadar hızla ‘çıkar bazlı siyaset’e dönüldü demeyelim. Suriye meselesini bu açıdan kurcalamaktan imtina edelim. Ama, ölçü bu kadar mı kaçar, ilkeler, değerler bu kadar mı ters yüz olur?
Biliyorsunuz, geçen günlerde İsrail yönetimi Batı Şeria, yani Filistin toprakları üzerinde yeni bir yerleşim birimini onaylayan bir yasayı kabul etti, yetmedi bu esnada Gazze’yi yine bombaladı. Bizim İslamcılarda ses seda yok! Bakın, olur olmaz savaş çığlığı atan gazetelerinde haber, zoraki, ‘vakayı adiye’ biçiminde verilmiş, hem de aşırı mesafeli bir dille. Dahası, tüm bunlar Kültür ve Turizm Bakanı’nın İsrail ziyareti esnasında oldu, içerde afra tafra kimseye gık dedirtmeyenler formalite icabı ‘kınama’ dışında, İsrail’e tek laf edemiyor. Tüm bu fırtınanın ortasında, İsrail gezisi sonrası Kültür ve Turizm Bakanı, “Filistin ile kültürel bağları güçlendireceğiz” türünden geçiştirici bir açıklama yapmış. Aslında, Filistin konusunun hep göz ardı edilen en önemli mevzularından biri Filistin kültürü diye bir şeyin kalmadığı gerçeğidir. Zira, Filistin topraklarının kültürel havzaları özellikle Doğu Akdeniz’in liman kentleri ve şehirli hayatı idi, onlar elden gittikten sonra Filistin toplumu tarımsal alanlarla sınırlı kaldı, ama konunun bu yönü nedense pek kurcalanmaz.
Şimdilik bu konuyu sadece not etmiş olalım, yine yerleşim konusuna dönelim. Filistin topraklarında Yahudi yerleşimleri konusu, Filistin barışı konusunda en önemli meseledir, bu nedenle İsrailli muhaliflerin canla başla karşı çıktığı, çok sert eleştiriler yaptığı bir konudur. Kısacası, İslamcılardan daha çok ses çıkardıkları ortada. Sonuçta, İslamcılar için, İsrail ve Filistin konusunda da her taşın altında Yahudi komplosu aramak ile çıkar bazlı siyaset gereği en önemli konularda sessizliğe bürünmek gibi iki uç nokta arasında ilkeli, derin ufuklu makul bir noktanın olmadığı bir kez daha net biçimde ortaya çıktı.
Ben bu kadarını söylüyorum, ama İslamcı bir yazar başka bir vesile ile, pragmatik siyaset konusunda beni çok şaşırtan bir çıkış yaptı; “Bizim cenahı biliyorsunuz, kasabın bıçağını yalamayı sever!..” diye yazdı (Yakup Köse, Star, 6 Şubat 2017). Doğrusu ben, ‘cenah’ları konusunda o kadar malumatlı değilim, kendileri daha iyi bilir tabii.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları