Yılın en riskli olayı

06 Nisan 2017 Perşembe

Referandumdan değil, mayısta sonuçlanacak olan Fransa başkanlık seçimlerinden söz ediyorum. Referandum da çok riskli ama bizimkiler, bizden başka kimseyi, kuru gürültünün ötesinde, gerçekten tehdit edecek ne güce ne de akla sahip.
Fransa öyle değil. Başkanlık seçimlerini, Avrupa Birliği’nden çıkmak isteyen Marine Le Pen’in kazanması durumunda, AB’nin, hatta ABD liderliğindeki Batı merkezli düzenin geleceği ekonomik ve siyasi açılardan büyük risk altına girecek. Büyük uluslararası bankalardan UBS’nin uzmanları, Le Pen’in kazanması durumunda patlayabilecek bir mali krizin, Yunanistan krizinden beş kat daha tehlikeli olacağını düşünüyorlar (CNBC). Wall Street Journal’a göre de “Dünyanın yeni ideolojik fay hattı Fransa’dan geçiyor”. Bir tarafta küreselleşmecilik (ABD’nin kurduğu düzeni) diğer tarafta bu düzeni parçalamaya aday, milliyetçilik (ekonomik, siyasi, hatta etnik).
Avrupa, sanki, 1930’ların devletler arası ilişkilerine, dünya düzeni de büyük güçlerin, hızla silahlanırken birbirlerini dengelemeye çalıştıkları, güçlü liderlerin halklarını, mali piyasalardan, yabancılardan, diğer büyük güçlerden korumayı vaat ettiği döneme geri dönüyor.

Ekonomi, isyan, popülizm
Bu durum, mali kriz, düşük büyüme, yüksek işsizlik döneminde, halkın yalnızca kendini düşünen, beceriksiz yönetici seçkinlere, ekonomik kaynakları paylaşmaya gelen göçmenlere tepkisi üzerinde yükselen bir “popülist” dalgayla açıklanıyor: Halkı, “küreselleşmenin” zararlı etkilerine karşı korumayı vaat eden “popülist” liderler, siyasi partiler, düzenin “küreselleşmeci elitlerini” eleştirerek yükseliyorlar. Brexit, Trump bu dalganın ürünüydü. Le Pen de bu dalgaya dayanarak yükseliyor.
Salı günü IMF, dünya ekonomisinde üretkenliğin yavaşlamaya devam etmesinin toplumsal sarsıntı risklerini artırdığını vurguluyordu. IMF çare olarak devletlerin, teknolojinin (yapay zekâ filan) bu sorunları kendiliğinden çözmesini beklemek yerine, eğitime, teknolojik gelişmeye, eşitsizliği azaltmaya, girişimci ruhu canlandırmaya, bürokrasiyi azaltmaya öncelik veren politikaları benimsemelerini istiyor. IMF önerilerinin bugün yönetimdeki seçkinlerin düşünce süreçlerine egemen neoliberal dogmaların altında uygulanabilmesinin neredeyse olanaksızlığına bakarak, toplumsal huzursuzlukların artmaya devam edeceğini, ekonomiye müdahale etmeyi vaat eden liderlerin güçleneceğini varsayabiliriz
Bu varsayımdan hareket ederken iki gözlemden yararlanabiliriz. Birincisi, Financial Times’dan Janan Ganesch’in bu hafta vurguladığı gibi, bugün yükselen popülist dalga tüm seçkinlere karşı değil, onlardan kurtulmak, kendi kendini yönetmek için isyan etmiyor. Seçmen, her sıkıştığında ya uluslararası dinamikleri ya da “bilişim ağlarına bağlı toplumun” (teknolojinin) getirdiği sınırlamaları suçlayan “iradesi zayıf” seçkinlerden kurtulmak, devleti de kendisini koruyacak “iradesi güçlü” seçkinlerin eline vermek istiyor. Bugün popülist dalga ütopyacı bir refleksle değil (yeni bir toplum arzulamıyor) aksine, refah devleti, ulusal ekonomi, homojen (saf-beyaz) nüfus gibi, bir tür kapitalist “asrı saadet” nostaljisi ile hareket ediyor. Kısacası klasik faşist potansiyelleri çok güçlü.
İkincisi, genelde muğlak ve tartışmalı bir kavram olan “popülizm”in içini günümüzde, “kapitalist ekonominin egemen yönetim biçimine (neo-liberal küreselleşme) karşı yükselen muhalefet” dolduruyor. Perry Anderson’un vurguladığı gibi egemen sınıflar açısından bu muhalefetin içindeki sağ popülizm uzlaşılarak kullanılabilecek, sol popülizm ise kapitalizmi tehdit etmeye başlamadan önce yok edilmesi gereken akım olarak görülüyor.
Bu açıdan bakınca da, Fransa seçimlerinin getirdiği riskler esas olarak, egemen seçkinlerle, uzlaşmaya açık muhalif seçkinleri değil, isyan eden halk tabakalarının haklarını, özgürlüklerini ve dünya barışını tehdit ediyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları