Seçmen ve ekonomik kaygıları

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Clinton’ın “It’s the economy stupid” (konu “ekonomidir aptal!”) uyarısından bu yana geçen 25 yılda galiba bir şeyler değişti. Seçmen artık, sanki ekonomik kaygılarla değil de, kültürel ideolojik nedenlerle oy veriyor.
Sol eğilimli The Nation dergisinin yaptığı kapsamlı bir araştırma, 2016 seçimlerinde seçmenin Trump’ı, ekonomik kaygılarla değil ırkçı ön yargıların etkisiyle seçtiğini düşündürüyor. Oxford Economics’in sonuçlarını 4 Mayıs’ta yayımladığı, 25 ülkeyi kapsayan bir araştırma, sağ popülizmin 35 yıldır istikrarlı bir biçimde yükseldiğini saptarken seçmenin esas olarak ekonomik kaygılarla değil, göçmenlerin etkisiyle oluşan bir “kültürel stres” altında oy verdiğini savunuyor.
Fransız seçimlerinin sonuçlarına ilişkin veriler, İngiltere’de Brexit referandumunun sonuçlarına ilişkin gözlemleri doğruluyor: İngiltere’de Brexit, Fransa’da Ulusal Cephe için oy verenlerin çoğu yüksek işsizlik ama düşük eğitim düzeyi ve kırsal, taşra bölgelerinden geliyor.
Türkiye’de CHP’nin genel seçimlerde, referandumlarda, seçmeni ekonomik vaatlerle etkilemeye yönelik çabalarının hep hüsrana uğradığını biliyoruz.
 
Yeni bir deney daha...
İngiltere’de seçmen 8 Haziran’da genel seçimlere gidiyor. Bu seçimlerde oy vermeye gidenler esas olarak, son 35 yılın ekonomik ve kültürel (“piyasa iyidir devlet kötü”) hegemonyasını temsil eden Muhafazakâr Parti’den May ile İşçi Partisi’nin lideri Corbyn arasında bir seçim yapacaklar.
May, Brexit’e karşıydı. Brexit referandumunu gündeme getirip kaybeden Cameron’un istifasından sonra muhafazakâr partinin başına geçince, koyu Brexit’çi oldu. May, Brexit projesinin mimarı sağ popülist (aslında Yeni-faşist ) UKİP’in neredeyse tüm küreselleşme, Avrupa Birliği, yabancı düşmanlığı programını, sağ popülizmin güçlü lider fantezisine de uygun bir dille, neo-liberal projeye ekleyerek yönetmeye başladı. UKİP de çöktü. May yeni bir şey söyleyemediği için olacak geçen hafta üç dakikalık bir konuşmasında, 25 kez “güçlü lider”, 15 kez “istikrar” vurgusu yapıyordu. May Genel seçimlere giderken tüm stratejisini “Corbyn zayıf yönetemez” savı üzerine kuruyor.
Gerçekteyse Corbyn’in, zayıf bir lider olduğunu söylemek kolay değil. Aksine, Corbyn, tüm medyanın, Blair’ci parti seçkinlerinin saldırıları karşısında hiç gerilemedi; İşçi Partisi’nin üye sayısını esas olarak gençlerden gelenlerle ikiye katlayarak 600,000’e çıkarttı. Egemen sınıfın neo-liberal seçkinlerinin ve medyanın tedirginliği, boşuna değil. “Ya Corbyn, aslında neoliberal mutabakatın içine çekilemeyecek güçlü bir liderse?
Gerçekten de İşçi Partisi’nin geçen hafta açıklanan seçim platformu, neo-liberal basında adeta “infial” yarattı. Platform, tren işletmeciliğini, Posta idaresini, kimi enerji sektörü işletmelerini yeniden kamulaştırmayı, yöneticileri en düşük ücretli çalışanının ücretinin 20 katından fazla ücret alan şirketleri devlet ihalelerinden dışlamayı, sağlık sistemindeki özelleştirmeleri durdurarak geri çevirmeyi, evsizler için yeni konutlar yapmayı, AB üyesi ülkelerin vatandaşlarının İngiltere’deki haklarını korumayı, yılda 80.000 sterlinden az geliri olanların vergilerini arttırmamayı, finans sermayesini vergilendirmeyi, 9000 sterline ulaşabilen üniversite harçlarını kaldırmayı, özel okulların KDV muafiyetinin kaldırılmasıyla elde edilecek kaynaklarla ilkokullarda bedava yemek vermeyi vaat ediyor.
İlk kamuoyu yoklamaları halkın yüzde 56’sının bu vaatlerden çok memnun olduğunu gösteriyor. Ancak, aynı halkın yalnızca yüzde 30’u Corbyn’in ülkeyi yönetebileceğine inanıyor.
Bir tarafta ekonomik olarak çok cazip, hatta kapitalizm açısından gerekli önlemler, öbür tarafta, “kültürel stres”, ideolojik ön yargılar? Neo-liberal hegemonya... Bakalım ne göreceğiz.
 
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları