Erdoğan’ın Vur Emri

25 Mayıs 2014 Pazar

Geçen akşam kilometrelerce uzamış köprü trafiğinde yüzlerce araçla birlikte ve tükenmeye yüz tutmuş bir sabırla beklerken siyah bir cip güvenlik şeridinden arsız burnunu uzatarak kuyruğa kaynamaya çalıştı. Önümdeki araç, bu şımarıklığa taviz vermedi, önündeki tampona kadar yanaşarak cipin yolunu tıkadı. Ama cipin kara camlar ardına gizlenmiş sürücüsü kararlıydı. Kahvehane kapısını destursuz omuzlayan kabadayı edasıyla önümdeki aracın tamponuyla öpüşerek giriverdi kuyruğun arasına…
Nicedir bekleyen yüzlerce aracın hakkını yemiş, kurnazca öne geçivermişti.
Ama kaçacağı yer yoktu.
Köprü yolu, bir sabır tespihi gibi kımıldamadan duruyordu.
Önümdeki aracın sürücüsü, bir trafik polisinin bu haksızlığı gidermesini ya da hakkı yenen bizlerin ortak bir tepki vermesini bekledi. İkisi de olmayınca öfkeyle aracından indi ve kara cipin şoförünü yaka paça araçtan indirerek evire çevire dövdü.
Sonra herkesin şaşkın bakışları arasında hiçbir şey olmamış gibi arabasına dönüp beklemeye devam etti.

***

Bu küçük sahnenin kıssadan hisseleri şunlar:
Kuyruğun uzun, eziyetin çok olması, madenin derin, şartların zor olması, sınavın bela, soruların kazık olması sorun elbet; ama katlanabiliyor insan...
Katlanılamayan şey; haksızlık, adaletsizlik. Birilerinin, birilerine ya da bilek gücüne güvenerek öne geçmesi…
Kimileri yıl boyu dershanelerde ter dökerken, kimilerinin soruları sızdırarak sınavı geçmesi…
Ekmek çaldı diye birilerinin hayatı karartılırken, hamuduyla götürenlerin hâlâ bakan pozunda zafer balkonlarında gezmesi… Uluorta adam kurşunlayan polisin, adalete teslim edilmemesi…
Adaletin her kolu farklı kesmesi; kimilerine hiç işlememesi…

***

İkinci ders şu:
Ortada kural yoksa ya da var olan kural bazısına uygulanmıyorsa, bunu uygulatacak otorite, kuralsızlığa teslim olmuş veya ondan beslenir hale gelmişse, çaresiz herkes kendi adaletini sağlamaya girişir.
Artık orman kanunu devrededir.
Onun kuralı da “gücü gücü yetene”dir.

***

Üçüncü ders şu:
Kimse “Ben güçlüyüm, tamponu koyar girerim, itiraz edeni ezer geçerim” dememelidir.
Zor kapısı açıldığında kimin kimi ezeceğini Allah bilir.

***

Bu üç dersi ister 17 Aralık’a, ister Gezi’ye, ister Okmeydanı’na, ister Soma’ya uygulayın; sonuç aynıdır.İnsanlar yoksulluğa tahammül edebilir, ama haksızlığa asla…
İnsanlar zor şartlara sabredebilir, ama adaletsizliğe asla…
İnsanlar acıya katlanabilir, acılıyken tokatlanıp tekmelenmeye, “eşek gibi sessizce yaşayın” hakaretine asla…
Kendi oğlu madende alın teriyle kazanırken ölüme gider de, bakanın oğlu evindeki trilyonların hesabını vermeden adaletten kaçırılırsa öfkelenir insanlar; “Yeter” diye yolunuzu kesebilir.
Çocuklarını bir ibadet yerinde suçsuz yere kurşunlayıp öldürürseniz ve yatıştırmak için bin bir özürle kapılarına gideceğinize “Ölmüş geçmiş” demeci verirseniz, yani hem suçlu hem güçlüyseniz, yarattığınız öfke selinde boğulabilirsiniz.
Polis kurşunuyla ölen yavrusunu defneden acılı insanlar, “Polis nasıl sabrediyor, anlamıyorum” lafını duyduklarında, bu aleni vur emri karşısında asıl kendilerinin nasıl sabrettiklerine şaşar.
Gün gelir, sabretmez olurlar.
Asıl onu hiç anlamazsınız.

***

Başbakan’ın sadece mayıs sicilinde fırçalanmış bir Anayasa Mahkemesi Başkanı, azarlanmış bir Barolar Birliği Başkanı, tokatlanmış bir madenci, yüzüne bakılarak hakaret edilmiş bir ana muhalefet lideri, “ölmüş geçmiş” dediği bir öldürülmüş delikanlı, doğrudan hedef gösterilmiş iki köşe yazarı ve ona “Gelme buraya” diyen bir Alman Başbakanı var.
Biraz sağduyusu olanlar, bu gidişin hayırlı gidiş olmadığının, Başbakan’ın iki dudağının, açıldıkça lavlar saçan bir yanardağa dönüştüğünün farkında…
Ama sabırla bekleyen millete tamponu değdirip durduğunu, sabır taşının çatlamak üzere olduğunu görseler de ses etmiyor, ağzından çıkanı kulağının duyması için dua edip duruyorlar. Kıssadan hisse:
Sağduyu ve adalet!
Ekmekten de önce, sudan da acil...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları