İki Türkiye var

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Dün bu ülkede birçok Türkiye vardı: Emeğin ve sermayenin Türkiye’si, Türklerin ve Kürtlerin Türkiye’si, Kadınların ve Erkeklerin Türkiye’si, LGBT ve homofobi Türkiye’si. Tüm bunlar yok olmadılar ama bir başka bölünmüşlüğün egemenliği altına girdiler: Laik, demokratik bir toplumda yaşayamayacağına inanan siyasal İslamın Türkiye’si ve laik, en azından “liberal demokratik” bir ülkede yaşamak isteyenlerin Türkiye’si.
 
Egemen duygu korku
Çünkü bu ülkede bir Türkiye öbür Türkiye’den korkuyor. Dahası, bunlar içeriği, yoğunluğu, sonuçları birbirinden farklı korkular.
Siyasal İslamın Türkiye’sinde korku, kendini türlü sayıklamalarla dışavuran bir paranoya düzeyinde seyrediyor. Arkadaşlarımız aylardır bu yüzden tutuklu, bugün onları bu korku suçluyor, gazetemizi susturmaya çalışıyor. Bu Türkiye, hem laik demokratik taleplerden, adalet isteyenlerden korkuyor, hem de tüm dünyanın kendilerine karşı bir komplo kuruyor olmasından. Kurtulmak için çabaladıkça korkuları daha da artıyor.
Laik demokratik bir ülkede yaşamak isteyenler, hem yaşam dünyalarının yıkılmasından korkuyorlar, hem de karşı tarafın paranoyasının dozu gittikçe artan bir fiziki ve simgesel şiddet dalgası üreterek yükselmesinin sonuçlarından... Haksız da değiller; devlet ve şiddet araçları, yargı öteki Türkiye’nin elinde...
 
İki hastalık
Laik, demokratik Türkiye kimi zaman bir direniş refleksi gösterse bile, bu çoğu zaman direnişin momentumunu koruyamıyor; birden duraklıyor, adeta karanlık bir gecede bir traktörün farlarının ışığında donup kalan tavşanlar gibi... Bu Türkiye’nin hastalığı, AKP’nin özgünlüğünü kavrayamamak, ortak çıkarlarını görememek, bir türlü aşılamayan parçalanmışlık.
Öbür Türkiye’nin hastalığını, akut bir “narsisizm” olarak tanımlayabiliriz: Aşırı bir kendini beğenmişlik, önemini abartma, aynı anda derin bir beğenilme gereksinimi (açlığı), “ötekine” karşı empati yokluğu. Bu hastalıkta, aşırı özgüven maskesinin arkasında, en ufak bir eleştiriye dayanamayan çok zayıf bir özsaygı, gücüne hatta değerine ilişkin derin bir kuşku saklanır.
Bir taraftan, dünya bize bakıyor, Batılılar korkuyor kâbus görüyor... Çünkü onların uygarlığı çürüyor, hakikat fikri bizde var... İnsanlığın yükü bizim omuzlarımızda. Türkiye kurucu rol oynayacak... Sonra, İnsanlığın yükü omuzlarımızda ama ortada tek bir dış politika başarısı yok; “U” dönüşlerden fırıldağa döndük. Esad yerinde duruyor!
Ve Paranoya... Ufacık İsrail tüm Ortadoğu’yu parmağında oynatıyor”, “Mısır, BAE, Suudiler İsrail’in yanında ve bize karşı”... Almanya tehdit ediyor... AB tavır alıyor. Kimsenin bize saygısı yok!
Diğer taraftan, her yolu denedik, herkesi susturduk, sandıktan en fazla yüzde 51 çıktı. Bir yıl önce, “işgalciler” ülkenin en büyük kentinde, akşam trafiğin ortasında darbe yapmaya kalkışabildiler. Bir yıl geçti, hâlâ dünyayı inandıramadık, darbenin siyasi ayağını, olayların akışını, kimin nerede olduğunu açığa çıkaramadık... “Allah’ın lütfu” deyip bizden olmayan herkesi, çoluğu çocuğu ne yer ne içer diye düşünmeden sokağa atıyoruz.
Hakikat fikri bizde var, ama ne zaman ekranlara çıksak aklımıza önce kadın, çocuk cinselliği, deve sidiği filan gibi şeyler geliyor: “cihat bilmeyene matematiğin faydası yok” gibi inciler yumurtluyoruz. Her şeyi o kadar biliyoruz da, kurucu mitlerin (anlatıların) daha dün, gözler önünde gerçekleşen tuhaflıklardan değil, tuhaflıkları unutulmuş “efsanelerden” imal edildiğini bilemiyoruz. Sonra afişlerimiz, kılık kıyafetimiz, sloganlarımız, cehaletimiz alay konusu oluyor...
Bilinçdışı da rahat bırakmıyor: Her fırsatta “Reis’e bir şey olursa” diye söze başlayıp kanlı fanteziler üretiyoruz...“Ya bugünler bir gün biterse?” Öyleyse, ya her şeyi taksilerin içine kadar kontrol edeceğiz ya da, her eleştiri kaos arzusu, her eleştiren kaos örgütü, her sokağa çıkan terörist işbirlikçisi... Her gün daha çok korkuyoruz. Korktukça, kinimize, dinimize daha çok sarılıyor, daha hızlı silahlanıyoruz...
İki Türkiye’nin arasındaki uçurum giderek derinleşiyor...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları