Anlamak gittikçe zorlaşıyormuş

31 Ağustos 2017 Perşembe

Beş yılı aşkın bir süre Avrupa Birliği Türkiye temsilcisi olarak çalışmış deneyimli (Türkiye’nin yakın zamana kadar demokratikleşmekte olduğunu düşündüğüne bakılırsa, T. S. Eliot’un “deneyimi yaşamış ama anlamını kaçırmış” dediği türden) diplomat Marc Pierini, Carnegie için yazdığı son yorumda, “Ankara’nın iç ve dış politikasının arkasındaki stratejiyi anlamak her gün biraz daha zorlaşıyor” diyor.
Gerçekteyse, Ankara’nın politikalarının arkasındaki stratejiyi anlamak kolay. Esas anlaması zor olan, muhalefetin, özellikle de ana muhalefet partisinin izlediği politikaların arkasındaki strateji.

Gayet şeffaf
Ankara’nın politikalarının arkasındaki strateji (kısa dönemli taktiğin aksine, uzun dönemli vizyon) gayet şeffaf. AKP hükümeti “iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi”, bunun olumlu ekonomik dinamiklerle beslenmesi üzerinde şekillenmiş, siyasal İslamı iktidara taşımıştı. İlk iki dinamik artık yok.
Birincisi, AKP artık olağan koşullarda, serbestçe yapılabilen genel seçimlerde ne tek başına hükümet kurabilecek iskemle sayısına ulaşabiliyor (Haziran 2015 Seçimleri) ne de muhalefeti susturmazsa, mühürsüz oylar gibi yasa dışı yöntemlere başvurmazsa referandum kazanabiliyor. Bu yöntemler bile en fazla yüzde 51 alabildi. AKP toplumsal desteğinin sınırına geldi. Dahası, var olan destek de erimeye başlıyor. Tam da ekonomi sarsıntı işaretleri verirken...
İkincisi, siyasal İslamın, tarihsel ve bölgesel realitelerden habersiz, dış politikası sağa sola çarpa çarpa Türkiye’nin jeopolitik çapalarını teker teker söküyor. AKP liderliğinin bu duruma bir cevabı olmadığından, yukarda değindiğim, tüm dış politika önceliklerini AKP’nin ne pahasına olursa olsun iktidar kalma tutkusunun günlük gereksinimlerine tabi kılıyor.
Normal bir düzen partisi gibi seçim kaybedip muhalefete çekilmediğinden, siyasal İslamın iktidarını koruyabilmek için genel seçimleri, parlamentoyu tamamen anlamsızlaştıracak, “atanmışların” keyfi egemenliği ile yönetecek bir devlet biçimi (artık rejim kavramının ötesine geçtik) zorunlu oluyor. En son, 694 sayılı KHK bu biçimin kuruluşunun tamamlanmakta olduğunu gösteriyor. Bu sürece, büyük sermayenin de (tam post-kolonyal burjuvazilere yakışan oportünizmi ve kırılganlığıyla) onay verdiği, daha doğrusu boyun eğdiği anlaşılıyor.

Peki ya muhalefet?..
İktidarın politikalarının arkasındaki strateji şeffaf. Peki ya muhalefetinkilerin? Muhalefet, özellikle CHP, ülkenin içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir biçimde değerlendiriyor mu? Yoksa CHP 2019 seçimlerine hazırlanmak gibi bir fantezinin peşinden mi gidiyor?
CHP liderliğinin “Adalet yürüyüşü”, Maltepe mitingi çok değerli potansiyellere sahipti. Ülkeyi kritik bir eşiğe getirmişti. Ancak o zaman kaygı duyduğum gibi, bu yürüyüş ve miting “tamam artık evlerinize dönün” ile sonlanırsa, “muhalefetin gazını almaktan” öteye gidememe riski taşıyordu.
Muhalefet, bu eşikte neler yapabileceğini tartışırken, parlamenter muhalefet olanaklarını yok eden KHK’ler birbirini izledi. Muhalefet ise, gelinen noktada, kendi değerlerini unutmaya başlamış, çoktan siyasal İslamın din kültürüyle çizilen meşruiyet sınırlarını kabullenmiş (içki içildi hezeyanları, örneğin) görünüyor. Saray 694 sayılı KHK’yi çıkarırken, o adeta her şey normalmiş gibi, Nur risalelerinin de okunabildiği bir “Adalet Kurultayında”, İslamcılarla flört etmeye çalışıyor, adalet istiyor. (Kimden?) CHP liderliği, İslamcılardan demokrasi çıkabilirmiş, “2019 seçimlerinin adil ve eşit yapılacağına inanıyor musunuz?” (Çiğdem Toker) sorusuna olumlu bir cevap verilebilirmiş gibi 2019’a kadarki yol haritasından söz ediyor. Muhalefetin, ana muhalefet partisinin politikalarının arkasındaki stratejiyi anlamak gittikçe zorlaşıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları