Karamsarlığa Reddiye

20 Eylül 2017 Çarşamba

Yaşadığımız günlerin iflah olmaz hastalığıdır. Gittikçe kararan güne bakıyor, “gecenin koyusu daha gelmedi” diyoruz. Sonra “her gecenin bir sabahı vardır” diyorlar, umutlanıyoruz. Hastalığı teşhis ediyor tedavi konusunda çözüm bizde olsa bile içerden, dışardan hekim arıyoruz. Toplumsal tembelliğimiz çözümü her zaman dışarda, ötekilerde arıyor.

***

Yürüyenleri, meydanı dolduranları görünce nasıl seviniyoruz bir bilseniz, ama işte eve döndüğümüzde kendi düşünce tembeli zihnimizin ve mütevazı konforumuzun ağına düşüyor, TV ekranında bağıran siyasetçiyi çaresiz izlerken; “yok yenemeyiz biz bunları” karamsarlığını kalın bir yorgan gibi üstümüze örtüyoruz. Muhalif liderleri beğenmeme lüksümüz var bizim; öyle rahatlıyoruz ki; “işte ne yapacaksın adamda karizma yok” derken içimizde bir küheylan, “şu solcular da tartış tartış nereye kadar, hâlâ küçük dükkâncı bunlar” diye babalanırken, akıl vermenin derin hazzı ruhumuzun derinliklerine nasıl da sızıyor.

***

Determinist rahatlığı yarının garantisi saymak işimize geliyor; mücadele etmenin ötekilerle birlikte olmayı gerektirmesi ise ne kadar yorucudur. Tek tek kimseyi beğenmiyor, bizim dışımızda bir araya gelmeyi başaranları ise elbette küçümsüyoruz. İyimseriz biz o masalarda; “nasılsa bu düzen böyle gitmeyecek, kısa çöp uzundan hakkını alacak, o şanlı TİP günlerinde nasıl da yürümüştük, karlı kayın ormanında, işte içiyorsak kederimizden, kaderimizden, aşkımızdan, yarınlarda yarınlarda…”

***

Sonra o uzun ve yorucu Nevizade gecesinin sonunda hayat üstümüze çullanıyor. Okuduğumuz her satır yük bize: “Ne istiyorlar ki bizden, ne yapabiliriz, sokağa çıksak ne olacak, katlanacağız artık bir vakit, nasılsa böyle gitmez.” Akşam yaklaşırken hüznümüz umuda, umut gecenin karanlığına, gecenin karanlığı ışıklı bir meyhanenin eski dostlar arasındaki sevincine dönüşüyor; o şarkıyı hep birlikte coşkuyla söylerken biz, dışarda başka bir hayat akıp gidiyor ve şeriatın şeraiti adım adım ilerliyor kapıya doğru.
“Bizim kapıya doğru mu? Bu kadar erken mi? Hemen mi?”
Evet bu kadar erken, bu kadar çabuk, elini çabuk tutmazsan çalacaklar kapını.

***

Sana içeriyi anlatayım mı? Hayır gerek yok çünkü yakında içerisi ile dışarısı arasında fark kalmayacak. Sıradan faşizm önce boğacak sonra kendine uyduracak seni. Gazetelerde kanıksadığın kararnameler okuyacak, Heidegervari filozofların teorileri ile rahatlayacak, Carl Schmitt hukuku ile yatıp kalkacaksın. Karamsarlığın gündelik hayatın olacak ki sen hep ayakta kalan tüm zamanların aydınısın; devam edeceksin dönmeye: “Evet bir tarihlerde yanılgılarım olmuştu, ama kimin olmaz ki!”

***

Öte yakada başkaları hâlâ yaşıyor, sakın unutma. Savaşın ışığı var onların yüzlerinde. Sıkıntılı günler yaşadıkları doğrudur, yine de vazgeçmediler; çünkü daha İsa doğmadan onlarca yıl önce atomu keşfetmişlerdi. Evren’in Yapısı’nda neredeyse kuantum günlerini haber veren Lucretius’u okuyorlardı. Ustalardan hiç vazgeçmediler. İşi başkalarına havale etmek yerine başkalarıyla birlikte olmak için o başkalarını aramanın derdine düşmüşler.

***

İyimserlikleri gerçeğe dayanıyor, sana çok uzak gelen ya da geçmişte kalan gerçeğe. “Gerçek, diyorlar, uğraşmaya değer ve zaten hayatın anlamı budur.” “Yenilsen de daha güzel yenil, bir kere daha yenil” sözlerini umutla, inatla yinelerken Beckett’in, yüzlerinin ışıması, o iyimserliğin yüzlerine vurmasındandır.
Sen hâlâ anlamadın mı olup biteni, kendi kollarımızdaki geleceği…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları