Türkiye İşçi Partisi ve Kürt sorunu

20 Aralık 2017 Çarşamba

Bugün köşemi, lafı hiç uzatmadan kıymetli bir okuruma bırakmak istiyorum!..

***

Tayfun Bey, 15 Aralık 2017 Cuma günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ‘Kürdistan yasağı, yangına benzindir’ başlıklı yazınızı okudum. HDP Şanlıurfa milletvekili Osman Baydemir’in ‘Ben, Kürt halkının bir evladı olarak, Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak’ ifadelerinden dolayı ceza almasını eleştirmiş ve geçmişte sadece ‘Kürdistan’ sözcüğü üzerinden değil ‘Kürt’ ve ‘Kürtçe’ üzerinden de korkunç, acı ve yakıcı sonuçlara yol açmış bir mesele ile karşı karşıya olduğumuzu sosyolog İsmail Beşikçi örneği üzerinden değerlendirmişsiniz.
Ben de Türkiye İşçi Partisi (TİP) örneğini hatırlatmak istedim.
13 Şubat 1961’de 12 işçi/sendikacı, işçilerin de bir partisi olması düşüncesiyle Türkiye İşçi Partisi’ni kurdular. Bir yıl geçmeden Mehmet Ali Aybar’ı Genel Başkanlığa davet ederek, sol/sosyalist aydınlar ile işçilerin buluşmasının yolunu açtılar.
Türkiye İşçi Partisi bu dönemde programını yazıp tüzüğünü yenileyerek işçi sınıfının partisi olmak yolunda adımlar attı.
1965 seçimlerinde parlamentoya girmesi ile birlikte demokrasi mücadelesindeki etkisi arttı.
Türkiye İşçi Partisi, Kürt sorununun açık tartışma platformuna önce ‘Doğu Meselesi’ olarak girmesini sağladı. Ardından gelen Doğu Mitingleri, sorunun, tartışma boyutundan çıkarak maddi bir gerçeklik olarak görülmesinde önemli bir rol oynadı. Hiç kuşkusuz en önemli adım, 1970 yılının 29-31 Ekim tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen Türkiye İşçi Partisi’nin 4. Büyük Kongresi’nde alınan kararlar ile atıldı.
Bu kongrede Türkiye İşçi Partisi’nin bilimsel sosyalist niteliğini netleştiren kararların altıncısında:
‘[Parti] Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu; Kürt halkı üzerinde, baştan beri, hâkim sınıfların faşist iktidarlarının, zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen baskı, terör ve asimilasyon politikaları uyguladıklarını;
Kürt halkının yaşadığı bölgenin Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanunlarına ek olarak bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hâkim sınıf iktidarlarının güttükleri ekonomik ve sosyal politikanın bir sonucu olduğunu;
Bu nedenle ‘Doğu sorunu’nu bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın, hâkim sınıf iktidarlarının şoven-milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığını;
Kürt halkının anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün anti-demokratik faşist, baskıcı, şoven milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu bir devrimci görev olduğunu;
Kürt halkının gelişen demokratik özlem ve isteklerini ifade ve gerçekleştirme mücadelesi ile işçi sınıfının ve onun öncü örgütü partimiz öncülüğünde yürütülen sosyalist devrim mücadelesini tek bir devrimci dalga halinde bütünleştirmek için, Kürt ve Türk sosyalistlerinin parti içinde omuz omuza çalışmaları gerektiğini; Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-milliyetçi şoven burjuva ideolojisinin, partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın, partinin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğunu;
Partinin ‘Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilan eder’ denilmiştir.
Bu karar ile yasal siyasi platformda ilk kez ‘Kürt Sorunu’ açıkça ortaya konulmuş oluyordu.
Yaklaşık beş ay sonra gelen 12 Mart faşizan darbesi sonrasında Türkiye İşçi Partisi’ne 11 Haziran 1971 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nde dava açıldı. 20 Temmuz 1971 tarihinde bugünün diliyle söylersek ‘bölücülük’ (Anayasa’nın 57. maddesinde bulunan ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği’ temel ilkesine ve Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. maddesindeki ‘azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler, azınlık yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler’ maddesine aykırı görüş ve tutumlar) gerekçesiyle kapatıldı.
Yöneticileri 15 yıla kadar hapis cezaları aldılar. Sizin de söylediğiniz gibi korkunç, acı ve yakıcı sonuçlara yol açmış bir meselenin bir başka boyutunu dikkatinize sunmak istedim.
Saygılarımla,
Nezih Kazankaya Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) Mütevelli Heyeti Üyesi”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları