Kötü hadiseye sevinmek

15 Mart 2018 Perşembe

“Birisinin başına gelen kötü bir hadiseye sevinmek insanlıktan nasibini almamaktır” diyor Binali Yıldırım ve ekliyor: “Değil bir insanın bir canlının ölümüne bile sevinmek ilkel kalmış ruhun tezahürüdür. Böyle bir davranışın bizim inancımızda yeri yoktur.”
Güzel, dokunaklı sözler.
Ama maalesef gerçekle irtibatları yok.
Türkiye elle tutulur denli kesif bir sosyal kin, nefret, haset ve intikam ülkesi oldu.
“Nefretle Körleşmek” (22 Şubat) başlıklı yazımda da belirttim: Ilıcak ve Altan’lara “müebbet” yağdığı gün “Oh olsun!” çekiyorlar...
Eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın oğlu Yavuz Yılmaz yaşamına son veriyor; “Oh olsun!” diyorlar.
Kadir İnanır, Baykal ... beyin kanaması geçiriyorlar: “Başımıza gelenlerden sorumlu tutulanlar listesinde” adları geçtiği için “Oh olsun!” yağmuruna tutuluyorlar.
Tarık Akan, Levent Kırca rahmetli oluyor.
Troller ölüm karşısında bile pes etmeyip akıllarına geleni döküyor.
Nefret, kin, intikam arzusu o mahalle, bu mahalle tanımıyor. Her mahalleden üzerimize “Senin ölümün benim yaşamımdır/ mors tua vita mea” cenabeti ile üzerimize boca ediliyor.
Bu kez de öyle oldu. Son derecede trajik bir kazada can veren Mina Başaran ve arkadaşlarına, bu nefret ikliminden beslenenler “Schadenfreude” (okunuşu “şadenfroyde”) yağdırdı.

Bizde milli spor
“Başkalarının kederinden keyif almak” anlamına gelen “Schadenfreude”, Almanca bir kavram.
“Schadenfreude”; o inanç, bu inanç arasında fark gözetmiyor.
“Gizli”, “açık” olabilen “Schadenfreude” her toplumda, her inançta... belli düzeylerde var olan, gözlemlenebilen bir olgu.
Psikologlar bu olguyu mercek altına alıp incelediklerinde, bu çok çirkin duygunun özgüven noksanlığından mustarip insanlarda tavan yaptığına tanık olmuşlar.
Ne denli özgüven yoksunuysanız o kerte “Schadenfreude”den nasibinizi alıyorsunuz.
“Schadenfreude” kısaca “kompleksli insanların” işi.
Cehaletin, geriliğin, bağnazlığın ... prim yaptığı ülkemizde, “Schadenfreude”nin neredeyse milli spor haline gelmesine şaşmayalım.
“Aa, Türkiye’de yoksa bir empati eksikliği mi var” türü, Marslı sorular sormayalım.
Bu mayaya bir de yukardan “kininize sahip çıkın!” telkini gelince, insanlar sosyal medyanın “elini tutan mı var” ortamında aklına ne gelirse yazıyor.
Biz “Schadenfreude”nin gerçekte en gizlenmez ve şeffaf versiyonuyla karşı karşıyayız.

‘Sex and the City’ gibi
Sorumluluk aslında sırf “kinini diri tut” ideolojisi ve sosyal medyayla da sınırlı değil. Medyanın da bu ortamda payı büyük.
Mina Başaran ve arkadaşlarının 3 kadın mürettebatla can verdiği kazanın haberi, pazartesi günkü bütün gazetelerin manşetine “Bekârlığa veda partisinden dönüyorlardı” başlığı ile, adeta “su testisi su yolunda kırıldı” dercesine; “Sex and the City”nin Birleşik Arap Emirlikleri’nde çekilen filmlerini andıran bornozlu kızlar ... fotoğrafı ile verildi.
Fotoğrafın gerçi kendisi bizzat Mina Başaran tarafından Dubai’de cıvıl cıvıl tatilin doruğunda kendi Instagramına konulmuş, medya da hemen atmaca gibi oradan bu servisi yapmıştı.
Ama trajedi ve ölüm, bütün anlamları değiştirir...
Pembe bornozlu kızların fotoğrafını, büyük felaket haberinin yayımlandığı ilk günden alıp sansasyonvari tonla çarşaf çarşaf malzeme yapmak, en hafif deyimle “şuursuzluk” ve “saygısızlık”tır.
Ölüme giden genç insaların anısına saygı, haberin buram buram “cinsiyetçilik” kokan bu duyarsız tercihle değil; daha farklı bir vurguyla işlenmesini gerektirirdi.
“Sekiz kadın Dubai tatilinden dönerken dağa çakıldı” başlığı misal, yeterli olamaz mıydı?
Görebildiğim kadarıyla İran basınına yansıyan haberlerde örneğin, yalnız... uçaktaki kurbanların “hepsi kadındı” vurgusu vardı.
Aman yanlış anlaşılmasın. Bu otosansür değil, sadece farkındalık ve ölüm de olsun kadına bir nebze saygı arayışı...
Ama gazetelerin üst yönetim kadrolarında kadınların hemen hiç olmadığı, alabildiğine cinsiyetçi bir toplumda ... ben ne diyorum değil mi?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları