Emperyalizm mi Dediniz?

28 Temmuz 2014 Pazartesi

Ukrayna iç savaşı sürerken bir yolcu uçağının düşürülmesi, karşılıklı suçlamalara yol açtı, tansiyon daha da yükseldi. Geçen hafta bu suçlamaları okurken rastladığım kimi ifadeler bana emperyalizm kavramının, büyük güçler arası ilişkilere vurgu yapan ilk klasik tanımını anımsattı; anımsayınca da Ukrayna’da yaşananların, küresel boyutunu daha iyi kavramaya başladım.

‘Evcilleştirmek’, ‘Ehlileştirmek’, ‘Sıkıştırmak’, ‘Açmak’
Allan Beattie, “Rusya’yı Evcilleştirmek” başlıklı yorumunda, Rusya’nın 18. yüzyıldan bu yana Batı’nın teknolojik gelişmelerinden yararlanmaya çalışırken kurumlarını, düşüncelerini itici bulduğunu vurguluyor. Rusya, bugün de uluslararası kurallara, kurumlara uymak istemiyor. Örneğin otomotiv ithalatına vergi koyarak, kendi ticaret bölgesini oluşturmaya çalışarak korumacı politikaları benimseyebiliyor. Ukrayna sorunu da Rusya’yı “evcilleştirmek gerektiğini” ortaya koyuyor. Ne var ki çok dikkatli olmak gerekiyor. Rusya çok önemli petrol, gaz, mineral kaynaklarına sahip; ekonomik yaptırımlar, Rusya’nın içe dönmesine, sanayisini inşa etmeye yoğunlaşmasına yol açabilir. Rusya ile ticari ilişkileri olanları olumsuz etkileyebilir (Financial Times, 23/07).
The Times Rusya’yı sıkıştırmak” başlıklı yorumunda, “akıllı yaptırımlar, Rusya’nın dokunaçlarını Ukrayna’dan sökebilir”, “bu yaptırımlar Rusya seçkinlerini ekonomilerini açmaya da ikna etmelidir” diyor. Ancak, “bu yaptırımların olası etkilerini kestirmek zor”. The Times, “Rusya bunları ulusal güvenlik sorunu sayabilir... Dmitry Rogozin’in hedef alınması, daha şimdiden Rusya havacılıkuzay sektöründe ithal ikamesini hızlandırdı” diyor (24/07).
Demokratik Proje Birliği adlı düşünce kuruluşunun başkanı Brendan Simms de “Şimdi Rusya’yı ehlileştirme oyununda Almanya büyük oyuncu” başlıklı yorumunda, Waterloo Savaşı’na (1815) kadar geri giderek, nasıl o zaman Fransa’yı durdurmak için Almanya, bir Avrupa devletleri koalisyonu içinde (emekli Genelkurmay Başkanı General Lord Bramall, “Bu ilk NATO operasyonuydu” diyormuş!?) yer aldıysa bugün de İngiltere Almanya ilişkileri geliştirilmeliymiş. Ancak iki sorun var: Birincisi İngiltere, Almanya’nın adayı Juncker’in komisyon başkanlığını engellemeye çalışmıştı; Almanya ile arası sıcak değil. İkincisi, NSA’nın Almanya’daki casusluk faaliyetleri ortaya çıkınca bir güven sorunu oluştu. Öyle ki Almanya hükümeti, CIA’nın Berlin bürosu şefinin Almanya’yı hemen terk etmesini ABD’den istedi, ama Prof. Wallerstein’in dikkat çektiği gibi, bunu olağan kanallardan değil, açıkça kamuoyu önünde yaptı. Bu sırada Der Spiegel, birkaç yıl önce akla bile gelmeyecek bir konuyu, “Almanya’nın tercihi ABD mi olacak, yoksa Rusya mı” başlığıyla gündeme getirdi. Almanya Batı içindeki konumunu sorgulamak, daha bağımsız bir politika izlemek istiyormuş (10/07/).
Batı’da yankılanan bu yaklaşımlar karşısında, Christian Science Monitor gazetesi, Rusya’da savunma çevrelerinde etkin isimlerin “Batı’nın Rusya’yı jeopolitik bir etken olarak etkisizleştirmek istediğine... Rusya’da rejim değişikliği amaçladıklarına inandıklarını” aktarıyor (23/07).

Anahtar ülke Rusya...
Kapitalist emperyalizm kavramı ilk kez, 20. yüzyılın başında Hilferding, Lenin, Bukharin, Rosa Luxemburg gibi yazarların çalışmalarıyla gündeme geldiğinde, vurgu büyük güçler arası ilişkilere, rekabete, nüfuz alanlarının (pazarların, kaynakların) paylaşılmasına, sonra yeniden paylaşılması sırasında çıkan savaşlara yapılıyordu..
II. Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeler siyasi bağımsızlıklarını kazanırken bu yeni kurulan devletlerin kaynaklarını merkez ülkelerin kullanımına açık tutacak politikaları belirlemede ekonomik baskı (şantaj ve şiddeti de gerektiğinde kullanılarak), emperyalizmi yerli kapitalistler üzerinden içselleştirmek önem kazandı. Emperyalizm kavramı/teorisi de bu yeni duruma paralel olarak zenginleşti. Bu alanda Dobb, Baran, Frank, Amin, “Bağımlılık, Geri Bıraktırılmışlık” teorilerini, “Merkez-Çevre” ikilemini geliştirdiler. Wallerstein’in “Dünya Sistemi” kavramsallaştırması, bütünsel bir resim oluşturmaya yardımcı oldu. Bu zeminde gerçekleşen iki önemli katkı sanırım emperyalizm teorilerinin bugün geldiği noktayı temsil ediyor. David Harvey, sermayenin mekân düzenleme yöntemlerini teorize ederken sermayenin girdiği alanlarda, modern emperyalizmin çevrede ve merkezde yarattığı etkileri düşünmeye olanak verecek araçları kavramsallaştırdı. Giovanni Arrighi de bu araçlardan ve Wallerstein’in katkılarından kalkarak Gramsci’nin hegemonya teorisini kullanarak, tarihçi Braudel’in çalışmalarından da yararlanarak kapitalizmin yapısal krizler, finansallaşma ve hegemonya değişimleri üzerinden çizilmiş bir haritasını sundu.
Bu, çok kısa hatırlatmadan sonra, Ukrayna krizini düşünürsek karşımıza ilk adımda, büyük güçler arası rekabet bağlamında paylaşılmakta olan bir ülke çıkıyor. İkinci adımda, ABD’nin gerilemekte olan hegemonyasını restore etmeye çalışırken olağan müttefiklerinde yarattığı güvensizlikle, hedef aldığı çevre ülkelerde yarattığı krizlerle karşılaşıyoruz.
Avrupa’da hegemonya adayı, dünya ekonomisinin rekabet gücü yüksek sanayi ülkesi olarak Almanya ile hızla dünyanın en büyük ekonomisi olmaya, Batı’nın geleneksel nüfuz alanlarına, ekonomik gücüne dayanarak (modern emperyalizm) girmeye başlayan Çin de bu resmin bir parçası. Dünya ekonomisinin ABD hegemonyası altında kurulan işleyiş kurallarını yeniden şekillendirmek isteyen BRICS yapılanması da...
Yukardaki paragrafta çizilen resme bakınca, çok güçlü bir ordusu, enerji, mineral kaynakları, Batı’nın “aşırı üretim/talep, yatırım alanı yetersizliği krizi” içinde, mal ve sermaye emme kapasitesi yüksek ekonomisiyle Rusya’nın çok kritik bir konumda olduğu görülebilir.
Rusya’nın bir taraftan Avrupa ama esas olarak Almanya ile, diğer taraftan Çin ve diğer gelişmekte olan ülkelerle sahip olduğu ilişkiler, onu ABD’nin hegemonya restorasyonu projesi açısından da çok kritik bir konuma yerleştiriyor. Hem Almanya hem de Çin, Rusya ile olan ilişkileri üzerinden bu restorasyon projesine direnme olanağı elde ediyorlar. Rusya’nın, “Evcilleştirmek- Ehlileştirmek- Sıkıştırmak- Açmak” yoluyla hegemonya restorasyonu projesine entegre edilmesi olasılığıysa, beraberinde Almanya’nın, Çin’in, Latin Amerika’da Brezilya’nın yalnızlaştırılması, Şanghay örgütünün, BRICS Bankası’nın etkisiz kalması olasılığını da getiriyor.
Bu gözlemler doğruysa, Rusya hem ABD hegemonyasının restorasyonu hem de buna direnmek isteyen ülkeler açısından anahtar ülke olarak karşımıza çıkıyor. Bu anahtar ülke konumu, toparlanmakta, yeni nüfuz alanları inşa etmekte olan bir “geleneksel büyük güç” (emperyalist ülke) olarak Rusya’nın direnme, rekabet etme kapasitesini arttırıyor, manevra alanını genişletiyor. Büyük güçler arası emperyalist ilişkiler de ister istemez akla yüzyıl önce yaşanan “Büyük Savaşı” getiriyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları