Köşe yazarlarının bir görevi de okuru güncel konularda aydınlatmaktır. Aktardığım aşağıdaki yazıda olduğu gibi tiyatro oyuncusu, yönetmeni, eğitmeni Gürol Tonbul gibi bir okur da üstlenebiliyor aydınlatma görevini...
***
50 metre otobanın gürültüsünü 30 desibel azaltan, gövdesinde, yapraklarında en az elli kuş türünü ya da canlıyı yaşatan, 40 ton toz emen, ürettiği oksijenle insanları, toprağında ürettiği humus ile başka canlıların da yaşamasına aracılık yapan olağanüstü bir varlıktan söz etsem, bana alkış tutarsınız değil mi?
Bu sihirli varlık ağaçtır ağaç, yani her teknolojik gelişim uğruna, kestiğiniz, yaktığınız ağaç!
Hani kıymetli otomobiliniz kirlenmesin diye, camını açıp dışarıya savurduğunuz sigaranızın yakıp kül ettiği ağaç...
İnsan, hava kirliliğinin yüzde 50’sini temizleyen bu olağanüstü varlığı nasıl keser, nasıl yakar?
Altın, taşocakları uğruna binlerce ağacın kesilmesine, yok edilmesine nasıl eli varır insanın?
NASRETTİN HOCA
Nasrettin Hoca’nın ağacı gibi bir durum bu...
Hoca bir gün ağacın dallarını buduyormuş. Çıktığı dalı keserken yoldan geçen biri “Aman hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşersin!” demiş. Hoca bu, aldırmamış adama, kesmeye devam etmiş bindiği dalı. Biraz sonra da “Pattt!” yerde bulmuş kendini.
Kırık dökük bedeniyle koşmuş adamın arkasından, “Aman, mübarek adam!” demiş, “Düşeceğimi bildin, öyleyse öleceğimi de bilirsin”.
Hocanınki elbette bir ironi ama yazan, çizen, uyaran kişinin durumu yoldan geçenden farklı değil.
İNSAN, ŞU YOK EDİCİ...
Yıllar önce radyo tiyatrosu kuşağında, sevgili arkadaşım, yazar Eşref Karadağ’ın Yangın kitabından oyunlaştırılan aynı adlı bir oyunu yönetmiştim. Yayımlandığında önemli bir bilinç oluşturmuştu radyo dinleyicisinde. Merak öğesi bol bu kitapta, beldenin en güzel tepesi Çamlık’a çıkarır bizi yazar Karadağ. Halkın sığınağı olan bu yeşil alan, ağaca canlıya kucak açar.
Eteklerinin bir ucu denize uzanan bu alana elbette çıkarcılar göz dikecektir! Onlar için ne sit alanının ne de ormanın önemi vardır! Oraları yerleşime açmak için tek çözüm yolları yangındır.
Olan bitene tırmandıkları ağacın üstünde tanık olan iki çocuk -Ali ile Mustafa- kötü niyetli adamlarla mücadele etmeye karar verirler.
Perdeyi açmışken insan ve doğa ilişkisi üzerine eşsiz bir film olan Dersu Uzala’dan da söz etmeliyim. Filmin yönetmeni, ünlü sinemacı Akira Kurosawa ilk defa kendi ülkesinin dışında bir filme imza atacaktır. Vladimir Arsenyev’in otobiyografik eseri doğaya, insana değer veren, yalan nedir bilmeyen, nahif bir insanın öyküsünü anlatıyordu. Öykü, Kurosawa’yı derinden etkilemişti.
1975 yılı yapımı film, Doğu Sibirya bölgesinde bir arazinin haritasını çıkarmak üzere görevlendirilen bir grup Rus askerinin bölgede vahşi bir hayat süren Dersu Uzala adındaki kişiyle karşılaşmalarını, Dersu’nun hayatı, doğa hakkında öğrettiklerini anlatmaktadır.
Filmin açılış sahnesi, -orman içindeki inşaat, yerde kesilmiş yüzlerce ağaç- insanın yok edici yanını vurgulayan bir sahnedir.
“İnsanlar doğanın bir parçası olduklarını unutmuşa benzeyerek onu vahşi bir biçimde yok ediyorlar. Çevre sorunları giderek yaşamsal düzeye tırmanınca hayatımızı tehdit etmeye başlıyor. ‘Bu sorunu anlatmak istedim.’ Ayrıca, ikisi de doğa tutkunu, doğaya âşık iki insanın gerçek dostluğunu anlattım filmimde” der Kurosawa.
CANLILARIN YAŞAM HAKKI
“Sevinçli bir yol beni heyecanlandırıyor/ Baldıran ağacından bir kar tanesi kalbimi çaldı” diyen Amerikalı şair Robert Frost her canlının yaşam hakkını savunur. Ona göre insan, hayvan ya da bitki, eşit olarak gelmiştir bu dünyaya, hep bir ruhu, aşkın ruhunu paylaşırlar.
Lütfen bir ağaç dikmesini, bir ağacı korumasını, onun aşkın ruhunu öğrenin, çocuklarınıza öğretin.
Yoksa canın, canan aşkının filizlendiği bu güzelim topraklarda cennet vadileri kapkara kesilecek, haberiniz olsun.