Aydın Engin

Cihanda sulh, peki yurtta ne?

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Genç Cumhuriyetin en değerli, en önemli, en anlamlı ilkelerinden biri, bence birincisi Yurtta sulh, cihanda sulh olsa gerek. Genç kuşaklar için “çevirisi” yani arı Türkçede karşılığı Yurtta barış, dünyada barış
İlkenin hayattaki karşılığına, uygulamadaki çelişkilere itirazlar olabilir. İtirazlar kısmen haklı da olabilir. Ancak “Cihanda sulh” bölümüne ağır bir itiraz olmasa gerek. 1923’ten bugüne kadar… (Düzeltiyorum: AKP iktidarının ikinci dönemine kadar) Türkiye “cihanda sulh”ü zedeleyecek bir etkinlik; saldırganlık göstermedi.
Yani Kıbrıs “sabıkasını” saymazsak, ki bu yazı bağlamında saymamak yanlış olmaz, Türkiye’nin dış politikası “dünyada barış” ilkesine büyük ölçüde bağlı kaldı.
Ama o ilke bir bütün. Dünyada barış diyor ve ekliyor yurtta barış
İlkenin bu ayağı epey sorunlu.
Mesela Kürt yurttaşların ayaklanmalarına gerek bırakmayacak demokratik, özgürlükçü, eşit yurttaşlık ilkesi üstünde yükselen bir iç politika çizgisi hiç izlenmedi. Sonuç PKK gerçeğine kadar uzanan ve sürüp gitmekte olan kanlı, kendi yurttaşının üstüne kendi polisini, kendi askerini süren bir devlet politikası oldu.
Keza Dersim cankırımı da “yurtta barış” ilkesinin utanç verici düzeyde çiğnendiği bir başka sayfa…

***

Sonra AKP dönemi (Dilerseniz Tayyip Erdoğan dönemi” diye de okuyun. Yanlış olmaz. Hatta daha doğru olur) başladı.
2002’de ele geçirdiği iktidar koltuğunda ilk dönem ısınma turları attıktan; gücünü, yapabileceklerinin sınırlarını test ettikten sonra “cihanda sulh” ilkesini ucundan kıyısından kemirmeye başladı. “Van minüt” naralanmasını, “Ey Sisi” ardından da “Ey Beşşar Esad” naralanmaları izledi. Sonuncusu naralanmakla da kalmadı, bir başka ve egemen ülkedeki iç savaşın tarafı olundu. Nara histerisi devam etti, “Ey Obama… Ey Merkel… Ey AB”ye kadar uzanıldı.
Komşularla sıfır sorun” yerini hızla “sorunsuz sıfır komşu”ya terk etti.
Gel gör ki dış politika efelenmeler, naralanmalar ekseninde yürümüyor. Hele İslamla serbest piyasa ekonomisini nikâhlayıp küresel sermaye ile bütünleşme yolunda pervasızca yürüyen bir ideolojik çizgi için böylesi efelenmeler, atıp tutmalar kendi bacağına kurşun sıkmaktan öte sonuç vermiyor.
Nitekim Ahmet Davutoğlu’nu itibarsızlaştırarak yollayıp Binali Yıldırım dönemi başladıktan sonra dış politikada kimilerinin “tükürdüğünü yalama” diye nitelediği bir sürece girdik.
Bu, sahici bir barışçı dış politikaya yönelim midir? Erdoğan’ın kişiliği, AKP’nin cihatçı referansları açıkça reddetmediğine bakılırsa art arda soru işaretleri sıralanabilir. Ancak yine de düşmanca ilişkilerden diplomasinin, siyasetin alanına adımlar atmak olumludur.

***

Yakıcı soru, Mustafa Kemal’den miras “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin öteki halkasında.
Binali Yıldırım’ın ilk günden beri tekrarlaya geldiği “gerilimi azaltmak, düşmanlarla barışmak” vurgusu; “devlet”in vazgeçilmezlerinden Cemil Çiçek’in geçen günlerde “içerde de barışmak gerek” yollu uyarıları bir arada ele alındığında kaçınılmaz bir soru dilin ucuna geliyor?
Yurtta da bir barış yönelimi var mı?
Var” diyenlere sormalı: Peki, kimlerle barışacak AKP iktidarı ve onun başı Tayyip Erdoğan?
Kürtlerle mi? Alevilerle mi? Akademisyenlerle mi? Öğrencilerle mi? İşçilerle mi? Gazetecilerle mi?
Soru, cevabını içinde taşıyor gibi.
Galiba yanılmıyorum…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları