Sporun muhteşemliği ve nankörlüğü

27 Mayıs 2021 Perşembe

Geçen hafta size “yeni siyasi dizi pek tuttu” diye özetlediğim Peker dizisi, milyonları sürüklemeye ve bazı siyasileri ofsaytta bırakmaya devam ediyor. Bu konuyu kendi parkurunu tamamlayacağı süreçte bir köşeye bırakıp izninizle kafamı kurcalayan birkaç başka konuyu işlemek istiyorum! (Merak etmeyin, dizinin her bölümünü, Sayın Erdoğan’ın açıklamaları ve Sayın Soylu’nun “açıklamamaları” dahil, ilgiyle izlemeye devam ediyorum. İleride bana ani tuzak sorular yönelttiğinizde ofsaytta kalmayacağım!)

Fransa’da tam kaç Türk vatandaşımız yaşıyor bilmiyorum, diyelim 1 milyon. Şu anda o 1 milyon kişi göklerde uçuyor, işyerine gururla gidiyor, herkes onları en güzel şekilde tebrik ediyor! Nedenini de biliyorsunuz: Lille futbol takımı, Fransa şampiyonu oldu. Takımın attığı gollerin yüzde altmışında ise Türklerin imzası var. Milli takımımızın da santrforu Burak Yılmaz (16 gol 5 asist), orta saha dinamosu Yusuf Yazıcı (7 gol 4 asist), stoper Zeki Çelik (3 gol 2 asist)...  Fransız basınının olayı sunuş şekli ile “Türk Gücü” Fransa’da şampiyon oldu ve hangi takımı geçti? Paris’in efsane takımı Paris Saint Germain’i, yani Katar Petro dolarlarının yarattığı dünya karmasını... Kimler yok ki o takımda! Dünyanın en pahalı futbolcusu Neymar, Fransız milli takımının en büyük yıldızı İtalyanların büyük orta saha oyuncusu Verratti, Fransız milli takımının stoperi Kimpenbe, Kosta Rikalı büyük kaleci Keylor Navas, Arjantinli muhteşem forvetler Icardi ve Di Maria... Saymakla bitmez, gerçekten yaratılmış dünya karması karşımızda. İşte “bizim çocuklar” sayesinde, Fransa Süper Ligi’nin bu orantısız güçle yarışan megastarları tökezledi! Aslında yalnız Fransa’da değil, bütün Avrupa’da oturan Türkler bu şampiyonlukla ihya oldular ve sokakta yürüyüşleri değişti; milyonlarca Avrupalının onlara bakışı birazcık da olsa farklılaştı. Bu, sporun inanılmaz kapsama alanı ve yarattığı muhteşem hisler fırtınasının doğrudan bir sonucu.

Maalesef bazı futbol fanatikleri, böyle anlarda sayfayı çevirip Burak ve arkadaşlarını alkışlayacaklarına, tersine onların kendi takımlarına karşı söyledikleri negatif bazı sözleri hatırlarlar, kendi takımlarında iyi oynamadığını söylerler, başkaları “bizi bırakıp gitti” der, Anadolu takımı taraftarları “her fırsatta penaltı almak için kendini yere bırakıyordu” der, herkes bir şey söyler! Ama bugün konumuz bunlar değil; bazen olgun bir şekilde sayfa çevirmek, alkışlamak ve geleceğe bakmak lazım. Lille Belediyesi umarım sözünü tutar, Burak’ın heykelini diker ve asırlar boyu Fransa’da oturan Türkler bu gururu kuşaktan kuşağa aktarırlar.

Her büyük tenis şampiyonluğu, her Avrupa veya dünya şampiyonluğu veya olimpiyat madalyası milyarlarca insanı etkisi altına alır, gözyaşı döktürür, mutluluktan uçurur ve kendi dertlerini adeta unutturur!

Ama spor bir açıdan da nankördür. Dünyada milyonlarca kişi tenis oynar, seyirciler yalnız ilk dörde girenlere saygı gösterirler; diğerlerine biraz acıyarak bakarlar ve “neden başarılı olamadıklarını” (!) araştırmaya koyulurlar! Veya dört büyükler gibi büyük takımlar, son haftaya kadar yarışıp son maçlarına veya son 45 dakikalarına bile şampiyonluk umudu ile girmiş olsalar bile şayet bir gol farkla şampiyon olamadılarsa, neden başarısız oldukları masaya yatırılır, suçlular listesi ve işe yaramaz yönetici veya futbolcu dökümleri ortaya çıkarılır. Bir gol farkla şampiyon olan takım ise yeri göğü inletir, sayfa sayfa gazetelerde, saatlerce süren programlarda başarıları dile getirilir. Sakın yalnız Türkiye’deki bu futbol sezonundan bahsettiğimi sanmayın. Bu her yerde böyledir. İki gol, hakemin bir doğru veya yanlış düdüğüyle sağa veya sola evrilecek bir puanlık fark, yanlış bir düşürülme yorumu, sonuçta bir takımı, bir camiayı vezir de eder, rezil de... Yıl boyunca oluşan çekilmez yönetici densizlikleri, hakem hataları, VAR hataları, akıl almaz teknik direktör kapris ve hatalarından sonra, bir gol veya 1-2 puan fark yüzünden bir takımı ve yöneticilerini “muhteşem”, diğerlerini de toptan çöpe gitmeyi hak eder görmenin ne kadar dürüst, mantıklı veya vicdanlı olup olmadığının muhasebesini sizlere bırakıyorum!

BioNTech - Sinovac ve diğer aşı savaşları karanlığında vatandaş!

Ben haddimi bilirim değerli okurlarım. Hangi aşı daha kaliteli, daha koruyucu, daha az riskli, daha az alerji yapar, daha mutlu eder, bunları söyleyecek kişi uzaktan yakından ben değilim. Devlete güvenip sağlığımız için alınan kararları yalnız kendi limitli bilgi ve naçizane değer verdiğim mantık süzgecimden geçirerek izliyorum. “Zeki bir virüs: Türk mutantı”nın akıl almaz şekilde hangi ortamlarda bulaşıp hangi ortamlarda bulaşmadığını en çarpıcı ve mizahi şekilde özetleyen Fatih Altaylı makalesini okumanızı tavsiye ederim. Siyasi bilinç taşıyan bir birey olarak, beni deli eden bir haber vesilesiyle bazı sert yorumlar yapmak istiyorum. Haber: “Almanya Sağlık Bakanı Jens Spahn, Türkiye’de iki doz BioNTech aşısı yaptırmış olanların yakında Almanya’ya turistik ziyarette bulunabileceğini söyledi.”

Size itiraf edeyim, önce Almanlara aşırı kızdım! “Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Başkanı yeryüzünde seyahat hakkının aşı karnesi kısıtlamalarına sokulmasının saçmalığı ve haksızlığından dem vurmuşken, göz göre göre Türkiye’de büyük çoğunluğun Sinovac aşısını olmuş olmasına aldırmadan, bu kadar katı, ‘kolonyalist’ tavır kokan bir kararı, alay edercesine Türk halkına reva görmek, nasıl bir umursamazlıktır, bunu öğrenmek lazım” diyordum... Ama sonra ne öğrendim? WHO henüz Sinovac’ı kabul etmemiş ki! Daha iki hafta önce Sinopharm’ı yeni kabul etmiş, Sinovac beklemede!  

O zaman ikinci sorum devletimizi ve sağlık sistemimizi yöneten siyasilerimize: Sizler devletimizi temsil ediyorsunuz ve bizler size güvenerek dediğiniz saatte, dediğiniz yere giderek aşı oluyoruz. Bu konular hiç mi aklınıza gelmedi? Ülkemizi hangi aşıyla donatacağınızın kararını alırken WHO onayından henüz geçmemiş bir aşıyı kitlesel olarak uygulamaya girerken, hangi ülkelerin hangi aşıya zorluk çıkarıp çıkarmayacaklarını, malum tipik “Avrupai” nedenleri de ekleyerek ne kararlar alabileceklerini hiç önceden düşünemediniz mi? Halkımızın seyahat hakkını elinden alırcasına, yaş tahtaya basarak bu gafın ortasında bir skandal yaşamamızı istemiyorsa, devletin gerekirse Sinovac’ı temsil edenlerle beraber WHO’ya bir heyet yollayarak önce WHO tescilini, ardından da aşının Almanya ve tüm Avrupa’da kabulünü sağlamamız lazım. Buyurun size devlet ve hükümet için acil ötesi çözüm bekleyen bir panik alarm butonu! Kasetlerin yarattığı kriz masasından zaman kalırsa tabii!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları