Aralık ayında, mali piyasa analistlerinin bloglarında, ABD borsasının 1929’daki ani çöküşünü, günümüzdeki borsa grafiğiyle karşılaştıran ilginç bir grafik dolaşıyor, yeni bir borsa balonu oluştuğundan söz ediliyordu. Bu yıl 26 Ocak’tan bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde toplam 10 üst düzey bankacı şüpheli koşullar altında öldü.
Borsa grafiklerinin gelecek konusunda bilgi verme kapasitesi son derece sınırlıdır. Bir yorumcunun işaret ettiği gibi önemli olan bu grafiğin kendisi değil, elden ele dolaşıyor olması. Belli ki bu grafik yaygın bir algıya, korkuya tercüman oluyor.
Ölümlere gelince (daha fazla araştırmak isteyenler için aktarıyorum): William Broeksmit (58) Deutsche Bank üst düzey müdürlerindendi, 26 Ocak’ta Londra’da evinde ölü bulundu. Aynı gün, Swiss Re.AG iletişim müdürü Tim Dickerson, Londra’da ölü bulundu, ölüm koşulları açıklanmadı. Tata Motor’un en başarılı müdürlerindendi; Karl Slym (51), mesleğinin zirvesinde 27 Ocak’ta Bangkok’ta otelin 4. katında ölü bulundu. Gabriel Magee (39) JP Morgan çalışanlarındandı, 27 Ocak’ta JP Morgan’ın Londra binasının damından düştü. Russel Investments’ın başekonomisti Mike Dueker (51) Washington’da Takomo Köprüsü’nün yakınında ölü bulundu. American Title Services’in kurucusu Richard Talley (57) kendini çivi tabancasıyla göğsünden 8 kez vurarak(!) intihar etmiş. Ryan Henry Crane (37), bir başka JP Morgan müdürü, intihar etmiş; ölümüyle ilgili başka bir açıklama yok. Li Junjie de (33) JP Morgan’da çalışan bir bankacıydı, 17 Şubat günü JP Morgan’ın Hong Kong binasının damından düştü. James Stuart Jr, National Bank of Commerce’in CEO’luğunu yapmış, 2000’den bu yana kendi özel yatırım şirketini işletiyormuş, Arizona’da ünlü bir bankacıymış; 19 Şubat’ta aniden ölmüş. Ölümünün biçimi açıklanmadı. Ailesi intihar diyor. Son olarak, Bitcoin (sanal para) işiyle uğraşan bir yatırım şirketinin CEO’su Autumn Ratke (28), 28 Şubat’ta Singapur’daki apartmanında ölü bulundu.
Madendeki kanarya mı?
Toparlarsak, yaklaşık bir ayda, üçü JP Morgan çalışanı olmak üzere, mesleğinin zirvesindeki, bazıları 40 yaşından genç, on uluslararası bankacı, “garip” koşullar altında ölmüş.
Bankacı intiharlarına, genelde borsa krizinin en sarsıcı noktasında rastlanıyor. Bu nokta 2008-2009 arasındaydı. Şimdi medyanın yarattığı havaya bakılırsa, kriz geride kalıyor. Ancak birkaç ay önce FT mali piyasalar editörü Gillian Tett’in, bankalar krizden ders almadı, reformlar yapılamadı, aslında durum eskisinden daha riskli, bu kez MB’lerin elinde kullanılmadık bir silah da yok saptamasını aktarmıştım. Halen birçok banka ve yatırım şirketi soruşturma altında. Ev piyasası finansmanı alanında çalışan haber sitesi Housing Wire’den Terry Gerrison, intihar listesindeki ilk dört ismin soruşturma altındaki kuruluşlarda çalıştığına dikkat çekiyor.
Libor (Londra bankalar arası günlük faiz oranı) skandalının sarsıntısı geçmeden, döviz piyasaları manipülasyonu skandalı patlak verdi. Financial Times, günlük cirosu 5.2 trilyon dolara ulaşan döviz piyasasında fiyat manipülasyonunun Libor skandalını çok aştığını, ABD’den Asya’ya 15 uluslararası bankanın soruşturma altına alındığını yazıyor. (09/03/2014)
Ölenlere dönersek; hemen hepsi döviz ve türev piyasalarında çalışıyor; çoğu intihara benzemiyor. Mali piyasalarda yolsuzluk diz boyu, Infowars.com’da Michael Syder, “Kesin olan şu ki ölü bankacı konuşamaz” diyor. Uluslararası jeopolitikteki belirsizlik, kriz noktalarını anımsattıktan sonra, Soros’un, “S&P 500” endeksinin çökmesi senaryosunun yaptığı yatırımı ikiye katlayarak 1.3 milyar dolara çıkardığını ekliyor.
Bu bankacılar, belki de bir şey bildikleri için tasfiye ediliyorlar. Belki, batık kontratlardan, soruşturmalardan bunalarak intihar ediyorlar. Belki de bu ölümler madendeki kanaryaların ölümleri gibi, mali piyasalarda havanın çok zehirlendiğini gösteriyor. Yeni bir patlama mı geliyor?
Yine Bir Şey mi Olacak?
Yazarın Son Yazıları
Türkiye, yıllardır siyasal İslam rejiminin “toplumsal ruh mühendisliği” projesinin baskısı altında yaşıyor.
Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır.
Sağın bu birlik refleksi, ideolojik bir tutarlılıktan değil, son derece sade bir siyasal sezgiden besleniyor: İktidarı istiyorsan yan yana duracaksın.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne (UGS) bu kez emperyalizm ve faşizm kavramlarının ışığında bakacağım.
Önümüzdeki dönem dünya siyasetini yalnızca büyük güç rekabeti değil; milliyetçi, hatta uygarlıkçı reflekslerle donanmış yeni bir “teknolojik kapitalizm” biçiminin, faşist ideolojinin küresel ölçekte (öncelikle de UGS’nin, “göç dalgaları altında kimliğini kaybeden, gerileyen uygarlık” olarak tanımladığı Avrupa’ya), dayatılması belirleyecek.
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...