Quo Vadis Kardeşler?

01 Ağustos 2018 Çarşamba

Bu Latince sözün bizim güncel sözlüğümüze girişi 1951 yapımı ünlü bir filmle oldu. Merwyn LeRoy’un yönettiği filmde Robert Taylor, Deborah Kerr, Peter Ustunov oynuyordu. Henryk Sienkiewicz’in 1895 yılında yazdığı romandan uyarlanmıştı. Kanlı Roma’daki vahşi din savaşlarını anlatıyordu. “Quo Vadis”, “nereye?” demektir.

***

Filmin kıssalarından biri şöyledir; sırtında haçıyla zulmün merkezi Roma’ya doğru giden İsa yolda kenti terk eden havari Peter’le karşılaşır. “Quo Vadis ey İsa” diye sorar Peter. “Zulmünden kaçtığın Roma’ya haça gerilmeye gidiyorum” der İsa. Film çok ünlendi, Türkiye’de de siyasetin karışmaya başladığı yıllarda, 1957-58 olabilir, gösterime girdi. O sıralarda sokakta rastladığımız arkadaşımıza “Quo Vadis okula mı, sinemaya mı?” diye sorar olduk.

***

Sonra işler, siyaset, ekonomi karıştı. Menderes Hükümeti, gazetecileri tutuklamaya, muhalefet liderini taşlatmaya başladı; Meclis’te yargı yetkisine sahip Tahkikat Encümeni kurmaya kalkıştı. İsmet Paşa’nın “böyle giderseniz, sizi ben bile kurtaramam” sözü o zamanların sözüdür. Fakülte duvarlarında kurşun delikleri olan Mülkiyeli gençler birbirine sorardı; “Quo Vadis?”, “Kızılay’a gidiyorum”, “Ne var Kızılay’da?”, “5 Mayıs ya bugün.” “Nereye gidiyorsun” sorusunun karşılığı askeri darbe oldu.

***

61 Anayasası’nın demokratik bir nitelik taşıması o günlerin özel koşullarının rastlantılara bağlı sonucudur. Türkeş ve arkadaşları egemen olsaydı, sonraki askeri darbelere belki de hiç gereksinim duymayacaktı egemen sınıf. En sonuncusu devletin her kademesinde toplumun kılcal damarlarında örgütlemiş, destek sunulmuş Fethullah’ın kanlı darbe girişimidir. Daha sonrasını söylememe gerek var mı? Sonrası artık askeri değil, “meşru” yollardan, sivil, ama “civil” değil, bir rejim değişikliğidir. Şimdi devletin yeniden yapılandırılması aşamasındayız.

***

Türkiye’de olup bitenler dünyada olup bitenlerin parçası. Quo Vadis ya da Quo Vadimus derken, soruyu dünya ekonomisini, politikasını, yönetme iddiasındakilere yöneltmek sanırım daha doğru olacaktır. Ama en sonunda bu soruyu kendimize de sormalıyız. Ergin Yıldızoğlu köşesinde sordu.

***

Benim şimdi yapacağım özetle yetinmeyin, okumadınızsa lütfen okuyun. İklim değişikliklerini biliyor, yaşıyorsunuz. Kapitalizmin çözümsüzlüğünü ise en yetkili ağızlardan duyuyoruz, “Geçmişe özlem, kapitalist kültürün çoktan öldüğüne inanılan canavarlarını yeniden çağırıyor. Boşuna mı, Kissinger Financial Times’a ‘çok vahim bir dönemde yaşıyoruz’ diyordu” diye anlattı Ergin. “Kapitalizmin iklim değişikliğinin yanı sıra ödenemez bir borç sarmalı içine girdiği, özetle kapitalist dünya ekonomisinde, üretimin, tüketimin gittikçe artan bir borç stokuna dayanarak sürdürülebildiği” gerçeğine boşuna mı dikkat çekti.

***

Yine Ergin’den aktaralım. “Kapitalizm içinde umut veren bir geleceğin yitirilmesi kapitalist insanın, özellikle genç kuşakların, gözlerini geçmişe çevirmelerine neden oluyor. Böylece oluşan siyasi kültürel nostalji, gerek insanlık tarihinin gerekse kapitalizmin tarihinin en karanlık canavarlarını yeniden uyandırıyor. Böylece, şoven-ırkçı milliyetçilik, dinci ya da ırkçı faşizm, hızla ‘liberal demokratik kapitalizmin’ yerini alıyor.”

***

Durumun farkındaysak, gerçek, yani sosyalist bir alternatif yaratmak için çaba göstermek gerekmiyor mu? İnsanlık artık uc¸urumun kıyısında. İnsanlığı yok eden onu nasıl kurtarsın? Hep söylüyorum, hep yineliyorum; ya biz bir c¸ıkıs¸ yolu bulacak, yolu tıkayan kayayı yerinden so¨ku¨p atacagˆız ya da dogˆa bizi tarihin ic¸inden, tarihle birlikte so¨ku¨p atacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları