
‘Atatürk halk ile bütünleşmiş bir liderdi.’
Türkiye, 10 Kasım’ın manevi ağırlığı altında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına yönelik tartışmaların bir kez daha alevlendiği bir kırılma anına tanık olmuştur. Geçtiğimiz 10 Kasım’da Atatürk’ün aziz ruhu için mevlit okutulması kararı, dini bir jest önerisiyle sahneye çıkmış ancak bu girişimin karşısındaki niyetler, Cumhuriyetin kurucu önderi ve onun ilkelerine karşı örtük bir başkaldırıyı ifşa etmiştir.
Kemalizm eleştirileri, bir tarihsel figürün gölgesinde şekillenirken asıl hedefin laiklik ve devrimlerin ruhu olduğu açıktır. Kemalizm, Türkiye’nin modernleşme hamlesini yönlendiren bir pusula olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Laiklik, bu pusulanın en keskin iğnesi olup, dinin siyasal alana taşmasını engelleyerek toplumsal uyumu sağlamlaştırmıştır. Ne var ki son dönemde Kemalizm’e yönelen eleştiriler, laikliği bir özgürlük kısıtlaması gibi sunarak tarihsel gerçekleri çarpıtmaktadır. Mevlit tartışmaları bu bağlamda, dini hassasiyetleri bir Truva atı gibi kullanarak toplumsal fay hatlarını harekete geçirmeyi amaçlamaktadır. Bu strateji, yalnızca bir lidere değil, onun temsil ettiği seküler devlet idealine karşı bir meydan okumadır.
ÇOĞULCU VE LAİK OMURGA
Tartışmalar sırasında hukuki zeminde birkaç kişinin gözaltına alınması, ifade özgürlüğü ile toplumsal barışı koruma arasındaki gerilimi yeniden su yüzüne çıkarmıştır. Türk Ceza Kanunu, nefret söylemini dizginlemeyi hedeflerken bu tür müdahaleler, belirli çevrelerin manipülasyonlarıyla kamuoyunda bir baskı algısı yaratabilmektedir. Kemalizm eleştirilerinin samimiyetsizliği burada kristalleşmektedir. Çünkü bu söylemler, hukuki bir tartışmadan ziyade, ideolojik bir hesaplaşmayı körüklemektedir. Kemalizm’e yönelen oklar, yüzeyde bir tarihsel figürü hedef alsa da derinlerde Cumhuriyetin çoğulcu ve laik omurgasını hedef almaktadır.
CUMHURİYETİN KÖKLÜ HAFIZASI
Bu tartışmalar, aynı zamanda, toplumsal belleğin nasıl şekillendirildiğine ilişkin kritik bir sınav sunmaktadır. Kemalizm eleştirileri, tarihsel anlatıyı yeniden yazma çabasıyla, genç nesillerin Cumhuriyetin kurucu değerleriyle arasındaki bağı zayıflatmayı hedeflemektedir.
Sosyal medya gibi platformlar, bu söylemlerin hızla yayılmasını sağlayarak kutuplaşmayı derinleştirmektedir. Cumhuriyet rejimi bu bağlamda, yalnızca bir devrim hareketi olmaktan çıkmakta, bir toplumsal sözleşme olarak yeniden anlam kazanmaktadır. Eleştirilerin ardındaki akıl, bu sözleşmeyi yırtmayı planlasa da Cumhuriyetin köklü hafızası, bu tür girişimlere karşı kuvvetli bir direnç oluşturmaktadır.
Sonuç olarak anlaşılmaktadır ki son zamanlarda yükselen Kemalizm eleştirileri, dini veya kültürel bir kılıf altında Cumhuriyetin kurucu değerlerine karşı bir taarruz başlatmıştır. Bu akıl, Atatürk’ü bir sembol olarak araçsallaştırarak laiklik ilkesini ve devletin seküler karakterini tartışmaya açmaktadır. Türkiye, bu tuzaklara karşı sağduyulu ve dikkatli olmalı, laikliği toplumsal birleştirici bir ilke olarak yeniden kucaklamalıdır. Zira Cumhuriyetin değerleri, yalnızca bir miras değil bir arada yaşamanın teminatıdır.
DR. TUNAY ŞENDAL