Zülfü Livaneli

Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil

30 Kasım 2015 Pazartesi

Adları üstünde: Can, yaşam kaynağımız, Dündar, arka cepheyi kollayan askeri birlik anlamına geliyor. Erdem fazilet; Gül ise en güzel çiçek. Tahir temiz demek, Elçi ise adı üstünde elçi.

Üzerimize karabasan gibi çöktüler. Can damarlarımızı kesmek, gülümüzü soldurmak isteyenler, tertemiz bir barış elçimizi yok ettiler.

Bir zamanlar Türkiye’ye “haber bülteniyle hayatı değişenler ülkesi” derdim. Çünkü hepimizin hayatını; nereden, nasıl ineceğini bilemediğimiz bir darbenin radyoya düşen haberi karartır, değiştirir, bu ülkenin güzel evlatlarının kimini mezara, kimini zindana gönderir, kimilerini de uzaklara savururdu.

İktidarlar, ideolojiler, gruplar değişiyor ama ne yazık ki bu sistem değişmiyor. Yaşar Kemal’in 1950’lerde yazdığı Teneke oyununda bir cümle vardır: Dünya değişir Ankara değişmez! Bir kehanet gibi değil mi?

Abidin Dino, soluk mavi bir Paris gökyüzü altındaki gezintilerimizin birinde “Bütün ülkelerde sanatçılar, aydınlar, bilim adamları dönem dönem atağa kalkmış bir futbol takımı gibi birlikte coşar, başarıya birlikte koşarlar. Ama bizde buna hiçbir zaman izin verilmedi; tam güzel bir hareket doğarken hepimizi çil yavrusu gibi dağıttılar” demişti hüzünle.

O gün Nâzım, Sabahattin Ali, Abidin Dino ve binlercesi; bugün Tahir Elçi’ler, Can’lar, Erdem’ler.

Tarım toplumu sanayiye, sanayi iletişim çağına evriliyor ama bu ülkedeki okumuş-yazmış insan düşmanlığı değişmiyor, Ülke, Satürn gibi evlatlarının kanıyla beslenmeye devam ediyor.

Yine Rusya

Bu acı olayların, bir Rus savaş uçağının düşürülmesini izleyen günlerde meydana gelişi de ilginç.

Bazı kişiler, 101 yıl önce Enver Paşa’nın basiretsiz emriyle Rusya’nın Odessa Limanı’nı bombaladığımızda ulusal bir şahlanış duygusuna, bir zafer havasına kapılmışlardı. Sonuçta koskoca bir imparatorlukla birlikte; bugün de toprağa düşmeye devam eden askerlerimiz, polislerimiz gibi nice vatan evladını kaybettik. Bugünün bilinciyle geriye doğru baktığımızda “Keşke Rusya’yı bombalamasaydık!’’ diyebiliyoruz.

Ne var ki yaşanan günün ağırlığı ve önemi, o gün anlaşılamıyor. Bugün de bir Rus savaş uçağını düşürdük diye bayram yapan çevreler var. Dilerim bu “sevinç”, ileride binlerce vatan evladının toprağa düşmesi sonucunda gözyaşına dönüşmesin.

Ah Avrupa

Avrupa Birliği dediğimiz ülkeler topluluğunun parasından, askerinden daha önemli bir varlık sebebi var. (Daha doğrusu vardı.) Bu da insan haklarının, demokrasinin, özgürlük-eşitlik-kardeşlik ilkelerinin varlığıydı. Bu değerleri yitiren bir Avrupa’nın, bildiğimiz anlamda Avrupa olmaktan çıkacağı açık.

Ne var ki başlangıçta Erdoğan iktidarını var gücüyle desteklemiş olan ve “ılımlı İslam” hülyasına kapılan Avrupa, bugün fikrini değiştirmiş olmasına rağmen eli kolu bağlı, Türkiye’deki insan hakları ihlallerini seyrediyor. Çünkü bu kez de Erdoğan tarafından rehin alınmış durumdalar. Oyununu hep tehdit üzerine kuran Türkiye, Avrupa’yı, elindeki iki buçuk milyon bombayla tir tir titretiyor. İki buçuk milyon bomba; yani iki buçuk milyon göçmen.

Bu yüzden anlı şanlı Avrupa liderleri Erdoğan’ın kapısında kuyruğa girip, altın yaldızlı koltuklarda boyun bükerek, kendilerini oluşturan temel değerlere ihanet ediyorlar.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün AB’ye yazdığı mektuptaki şu zekice satırlar gerçeği en açık biçimde anlatmakta: “Mülteci krizindeki çözüm arzunuzun, ifade özgürlüğü hassasiyetinize engel olmayacağını umuyoruz.”

Cümle kibar ama içeriği ağır, hem de çok ağır. Türk basınında daha önce çıkmış, dünyanın en büyük gazetelerinde de yer almış bir haberi yayımladıkları için tutuklanmış olan iki gazeteci, Avrupa’ya tekrar Avrupa olma görevini ve sorumluluğunu hatırlatıyor. Voltaire’in, Hegel’in, Locke’un, John Stuart Mill’in, Montesquieu’nün, Goethe’nin, Camus’nun, Sartre’ın ilkelerine geri dönmeye çağırıyor. Bu cümleyi yüzü kızarmadan okuyabilecek olan lider var mıdır bilmiyorum.

İki düşünürün kehaneti

Düşünürler kehanette bulunmaz elbette; biliyorum. Ama bazen geleceği o kadar iyi çözümlerler ki, hayat onların düşüncelerini doğrular.

Bakın 2010 yılında Eric Hobsbawm ile Edgar Morin ne diyordu.

Kısa bir alıntı yapayım:

“… Edgar Morin’in Le Monde’ta yayımlanan yazısı.

Fransız düşünür, büyük bir ahlaki çürüme yaşadığımızı ama bunun bir metamorfoza uğraması olasılığını dile getirmiş.

Eric Hobsbawm ise yeni bir dünya savaşı için bütün koşulların oluştuğu fikrinde.

Bunlar çok ciddi beyinler.

Batı’da alarm zilleri çoktan çalmaya başladı ama buralardan hâlâ duyulmuyor.

Kapitalizmin nimetleri sayılıp dökülüyor.

Oysa Harvard Business School’un yani kapitalizmin Mekke’si olan okulun yönetim kurulunda bulunan bir arkadaşım, son toplantıyı anlattı.

Orada bulunan herkes vahşi kapitalizmin bittiğini, artık geriye dönüşün mümkün olmadığını belirtmiş, yeni bir düzenin gelmekte olduğunda fikir birliğine varılmış.

Böyle fikirler azgelişmiş ülke aydınına geç ulaşır ama bir gün mutlaka ulaşır.’’

(2010’daki bir yazımdan)

Sancı

Toplumların büyük dönüşümleri sancılı oluyor ebette ve bedel ödeniyor. Bizim ülkemizde ise bedel ödeme bir bayrak yarışına dönüşmüş gibi. Cezaevlerinde her kuşak, özgürlük ve direniş bayrağını daha genç arkadaşlarına teslim ederek gidiyor bu dünyadan.

Bugün sıra Can’larda, Erdem’lerde ve kim bilir daha kimlerde.

Ama ne demişti Yunus Emre:

“Her dem yeniden doğarız/ Bizden kim usanası"

Ve dahi şöyle demişti büyük şairimiz:

“Ölür ise ten ölür/ Canlar ölesi değil”

Evet değil!

DEĞİL!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Gemileri yakan Tarık 18 Eylül 2016
Kendi dilini kesen devlet 24 Ağustos 2016

Günün Köşe Yazıları