Sam Shepard’ın yazdığı “Aç Sınıfın Laneti” vahşi Amerikan rüyasının çöküşünü bir çiftlikte yaşayan dört kişilik ailenin hikâyesi üzerinden anlatır bize. Babanın ağır alkolizmi, annenin boşvermişliği, oğulun gitme hevesi ve kızın şiddeti içselleştiren asiliği ile aslında ailenin ölümü çoktan gerçekleşmiş, yaşanan yoksulluk ve yoksunluk ile hayal kırıklıkları harmanlanmıştır. Ailenin yaşadığı büyük trajedi, birbirleriyle konuşacak halde olamayışlarıyla bambaşka bir düzlemde kendini gösterir. Eve gelen avukat, “Kapınızı çalıp gelecektim ama bir baktım ki kapınız yok” diyerek ev kavramının çoktan ortadan kalktığını ironik bir dilide söyler. Biz de kapitalizmin insan yaşayışını derbeder edişini, Adorno’nun “İnsanın doğal çöküşünü bugün toplumsal ilerlemeden ayrı düşünmek mümkün değildir” sözüyle ilişkilendirerek tartışmaya başlarız. Böyle bir karanlık çarkın içinde yaşamak için her türlü hukuk dışılık normalize edilir, değer yitimi başlar, kötülük sıradanlaştırılır: Karapara, uyuşturucu, vergi kaçırma, sporda şikebahis iddiaları, karanlık işleri gölgeleme adına kullanılan sosyal medya fenomenleri, akıl almaz yollarla milyarlarca liralık bir yasadışı akış, servet transferi... Her şey ama her şey... Doğal olarak bir zamanların, iyilik ve güzellik ölçütü sayılan kavramların içi boşaltılır, yepyeni bir terminoloji oluşturulur. Bunlardan biri de spordur kuşkusuz.
***
Nitekim ilk spor müsabakası olarak adlandıracağımız olimpiyatlar da hayatı güzelleştiren ince bir detay olarak girmiştir toplumsal yaşama. Hatta Homeros’un İlyada’sında ve Vergilius’un Aeneis’inde tiyatrolar, şarkılar, şiirlerle ilgili bir araya gelinip etkinlikler yapıldığından söz edilir. Olimpiyatlar, mitolojiyle ilişkilidir. Kahraman Herakles, Olimpiya’da bir yarışmaya katılmış, sonrasında bu yarışmanın dört yılda bir yinelenmesini istemiştir. Bir başka söylence de ilk yarışmanın Tanrı Zeus tarafından konulduğunu işaret eder. Toplumsal barışı inşa etmesi öngörülen spor karşılaşmalarının deyim yerindeyse “rezil” bir aralığa çekilmek istenmesi, altüst edilmesi ise her şeyin değersizleştirilip en büyük değerin para olarak görülmesiyle mümkünkür. Ahlaki yozlaşma ve çöküntünün en büyük açmazı sınıfsal adaletsizlikle birleşen yan yollardan sınıf atlamanın toplumca meşru hatta olumlu olarak görülmesiyle bağlantılıdır.
***
Böyle bir yozlaşmanın köşe bucağı sarması ise adaletin bu yaraya merhem olamayışıyla doğru orantılıdır. Nitekim bu açmaz yasadışı bir başka örgütlenmenin meşruluğunu dayatır. Onun da adı mafyadır. Mafyanın kökleşmesi ise devletin gücünü yitirmesiyle ya da buna göz yummasıyla ilişkilidir. Sistemin işletilemeyişi ve yönetişimsel zaaf bambaşka bir iktidar aygıtının yasadışı da olsa varlığına zemin hazırlar. O, parayı elinde tutan ve kendi denetimini sağlayan yeni bir güç, yeni bir erktir.
***
Şu bir yeni dünya gerçekliğidir: Dünyanın her yerinde devlet, kendi üstün “kudret”ini bilir çünkü o, her zaman hayatta kalandır. Ancak devlet aygıtının temel karakteri, eskiden olduğu gibi şimdi de kendi üstünde bir güce, erke tahammül edemeyecek olmasıdır. Mafya da bunu bildiğinden devlet aygıtıyla özel bir ilişki kurmuştur. Çünkü kapitalizm varsa mafya da vardır. Kapitalizm var oldukça mafya da olacaktır. Kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti, rekabet ise gerektiğinde gayri meşru silahları kullanmayı gerektirir. Bunu da çoğu zaman kapitalistler talep eder. Bazen de mafya kapitalistleri baştan çıkarır, kendine işbirlikçi müşteri olarak da çoğunlukla siyasetçileri ve bürokratları bulur. Önemli olan bu ağı, devlet kademesinden uzakta ve kontrolde tutmaktır. Nitekim, İtalya ve başka ülkeler bunu büyük ölçüde başardı. Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, “tehdit” ortadan kalktıktan sonra, bir zamanlar kullanılan devlet içindeki yapılar temizlendi. Bizde ise değil böyle bir hesaplaşmaya girmek, hesaplaşma sözcüğünden medet ummak bile imkânsız hale geldi.
***
Ne olacaktı? Ne bekliyorduk ki? Kötülük yüzünü bin yıllık haysiyet alanlarına bile çevirdi. Spor yalnızca bunlardan biri... Ülkemizdeki artık evimizin içine kadar giren bu çürüme bütün toplumsal hayatı altüst ediyor. Sabah akşam futbolda adalet aranmasının, herkesin, her takımın, her yöneticinin şikâyetçi olmasının, birilerinin sürekli kendi hakkının yenmesinden söz etmesinin sebebi bu. Her tür ahlaki değerin yerle bir edildiği, adalet duygusunun öldüğü vicdansızlığa, akılsızlığa, şahsiyetsizliğe mahkûm edildiğimiz bir yerde, olağanüstü rakamların telaffuz edildiği yeni cehennemde futbol mu tertemiz kalacaktı?