Restorasyon - Korporasyon - ‘İD’

24 Eylül 2014 Çarşamba

Davutoğlu’nun parti başkanlığını devralırken tutkuyla vurguladığı “restorasyon” süreciyle, diplomatlarla ilgili olarak “iki devletin müzakeresi sonucu bırakıldılar” ifadesi arasında bağlar var gibi geliyor bana. Bu bağlar üzerinde, “halifenin” kurmaya çalıştığı, Başbakan’ın “iki devletin müzakeresi” ifadeleriyle “devlet” olarak tanımladığı ve tanıdığı şeyle, restorasyonun gündeme getirdiği “devlet” arasındaki benzerliklerden hareketle düşünmeye başlayabiliriz sanırım.

Restorasyon ve kapitalist devlet
Daha önce de dikkat çekmeye çalışmıştım. Kapitalist devletin parlamenter biçiminin, kapitalist üretim tarzının ve onun üzerinde yaşayan kapitalist sınıfların gereksinimlerinden kaynaklanan bazı özellikleri vardır. Örneğin kapitalist sınıflar homojen değil karmaşık, tabakalı, çeşitli ve birbirleriyle çelişkileri olan bir kümeler topluluğu oluştururlar. Kapitalist üretim tarzında “ekonomik artık” yasal ya da açık şiddet içeren yollara gerek kalmadan piyasa koşulları içinde, ekonomik süreçlerle, “kendiliğinden” el değiştirir, paylaşılır. Bu üretim tarzında egemen sınıf olağanüstü durumlar dışında, kendisi doğrudan yönetmediği için, kapitalist devlet, yönetenleri denetleyecek, ekonomik ilişkilerde sermaye sınıfının gereksinimlerine cevap verebilecek, “serbestliklerini” güvence altına alacak göreli-bağımsız kurumlar (güçler ayrılığı - “bağımsız” ekonomik kurumlar) hatta iktidar noktaları içerir. Kapitalist devlet toplumdaki karmaşık sınıflar matrisine uygun olarak çeşitli temsil noktalarını, güç odaklarını, dolayısıyla bu noktalar, odaklar arasında pazarlık, uzlaşma olanaklarını içerir, güvence altına alır, toplumda “doğal - ahenkli bir bütünsellik” algısı -kapitalist bir gerçeklik- yaratır.
Taha Akyol, boşuna “kazı çevirmeye” çalışmasın, “restorasyon” kapitalist devleti yukarda özetlediğim özellikler yönünde “ıslah etmek” anlamına gelmiyor. Restorasyon, ortadan kaldırılmış bir mülkiyet ilişkisini, siyasi iktidarı, hatta devlet yapısını yeniden kurmaya ilişkin tarihsel, siyasi bir kavramdır.
Başbakan’ın sözünü ettiği restorasyon da “yüzyıllık bir parantezi kapatarak”, cumhuriyet öncesine ilişkin bir iktidarı ve toplumu yeniden kurmaya ilişkindir. Bu restorasyon, kapitalist devletin yukarıda değindiğim özelliklerini tasfiye ederek ilerlemektedir. Önce güçler ayrılığı tasfiye edildi. Şimdi de ekonomide sermaye sınıfının gereksinimlerine cevap vermek üzere kurulmuş “bağımsız” kurumlar tasfiye edilerek devlete bağlanıyor. Bu yönetim “işadamlarını bile kendi memuru görmek” isteyen bir korporatizm anlayışıyla şekillendiriliyor.
Bu kurumsal gelişmelerin yanı sıra toplumda konuşulabilir olanın, siyaset ve sanat olarak tanımlanabilir olanın sınırları, dini ölçütlere (dini “hakikat rejimine”) uygun olarak yeniden çiziliyor. Başbakan ana muhalefet partisinin liderini, “ademe mahkûm etmekten” söz edebiliyor. “Adem” sözcüğü “hiçlik”, “ölüm” anlamlarını da içeriyor. Biz insaflı davranalım, “sesini anlamsızlaştırmaktan” söz ediyor diyelim. Bu işine gelmeyen sesleri anlamsızlaştırma amacına bağlı olarak iktidarla kapalı kapılar ardında görüşen bir “medya” oluşuyor, böylece iktidarın projesini benimsemeyen diğer medya “ademe mahkûm ediliyor”.
Devlet Başkanının “Yürütmeyi durdurdular, binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım. Güçleri yetiyorsa yıksınlar” sözleri bu restorasyon devletinin “egemenlerinin” yasaları tanımadığını gösteriyor.
Bu muazzam “toplum mühendisliği”, yaklaşık 40 bin ortaokul öğrencisinin zorla imam hatip okullarına yerleştirilmesinin, ilkokulların imam hatipleştirilmesinin, ortaokullara türbanın sokulmaya başlanmasının gösterdiği gibi restorasyonun insanını, dilini, beden disiplinini yaratmayı da amaçlıyor.
Böylece karşımıza, karmaşıklıklarından, parçalı yapısından, sermaye sınıfı için gerekli kontrol ve denge, pazarlık araçlarından arındırılmış, korporatif, tek bir noktaya bağlanarak, tek bir sese indirgenerek “bir”leştirilmiş, toplumsal muhalefetin, işçi muhalefetinin kitlesel ifadelerine her fırsatta şiddetle saldıran, demokratik yöntemlerle muhalefetin kapılarını hızla kapatan “totaliter” bir devlet yapısı, siyasi iktidar çıkıyor.
Bu iktidar soykırımcı, adeta Zizek’in “Tanrı varsa her şey mubah” savını kanıtlamaya çalışan IŞİD için terörist kavramını kullanmayarak, ülkedeki etkinliklerine, yükselen imajına seyirci kalarak IŞİD’i normalleştirmeye çalışıyor, kendine İslam Devleti (İD) diyen totaliterterörist yapılanmayı meşru bir devlet olarak tanıyor. Bu yakınlığın arkasında da ortak bir değerler sistemi, totaliter-korporasyon devleti anlayışı yatıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları