Piyasalarda ‘Panik Atak’ - II

22 Ekim 2014 Çarşamba

Pazartesi günü yazımı bitirirken, bu madalyonun öbür yüzünde de yüksek işsizlik, düşük ücretler, devlet sosyal harcamaları kısarken oluşan açığı özel sektörün (özelleştirmelerin) doldurmaktaki “başarısızlığı”, hatta savaş harcamalarının dayanılmaz cazibesi var saptamasını yapmıştım.
Piyasaların “likidite enjeksiyonuna bağımlılığının” arkasında yattığını düşündüğüm “yapısal bozukluklara”, pazartesi yazımda değinmiştim. Devam etmeden önce, Financial Times gibi mali piyasalara yakın yayınlarda pazartesi günü rastladığım kimi değerlendirmeleri kısaca aktarmak istiyorum.
Bu değerlendirmelerde üç nokta dikkat çekiyor. Birincisi piyasalar seküler (uzun dönemli) bir durgunluk içinde olduğumuzun nihayet ayırdına varıyorlar, gelecekte daha düşük büyüme oranları bekliyorlar. İkincisi, piyasalarda yaşanan bu tür şoklar parasal koşulları daha da sıkılaştırarak büyüme hızlarını daha da düşürebilir. Üçüncüsü, merkez bankalarının elinde deflasyonla mücadele edecek silahlar kalmamış olabilir.
İlk iki nokta birbirini besleyen bir kısırdöngünün geliştiğini düşündürüyor: Durgunluk beklentisi mali şoka yol açıyor, mali şok bu beklentinin gerçekleşmesini hızlandırıyor! Üçüncüsü, krizi 1980- 2007 döneminde yöneten model çöktükten sonra, bu kısırdöngüyü kıracak, krizi yönetecek bir ekonomik modelin yokluğuna işaret ediyor. Bu değerlendirmeler “madalyonun öbür yüzündeki” gelişmelerin hızlanacağına işaret ediyor.

62 milyon yeni işsiz...
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 2014 Küresel İstihdam Raporu’nun alt başlığı İşsizliği Azaltmayan Toparlanma. Rapora göre, 2007’den bu yana işsizler ordusuna 62 milyon yeni insan eklenmiş. Bunlardan 23 milyonu umudunu tamamen yitirerek iş aramaktan vazgeçenlerden oluşuyor (sf.17). Aynı sayfadaki bir başka grafik işsizliğin 2018’e kadar artmaya devam edeceğini gösteriyor. Raporun 19. sayfasındaki tablo, dünyada 2007’de yüzde 5.5 olarak hesaplanan işsizlik oranının 2014, 15, 16 yıllarında yüzde 6.1 düzeyinde kalacağını gösteriyor.
Bu dönemde, işsizlik oranları ABD’de yüzde 7’nin biraz altında, Avrupa’da yüzde 11 dolayında seyrederek dünya ortalamasının üstüne kalacak. Daha da kötüsü, gençler arasında işsizlik oranları, 2012’de yüzde 11.5’ten 2013’te 13.1’e yükselerek ortalamanın çok üstünde seyrediyor. Gençler arasındaki işsizlik oranlarının Ortadoğu’da 27.2 Avrupa Birliği’nde yüzde 18.3 düzeyinde olması da ayrıca anlamlı.
Yatırım Bankası Goldman Sachs araştırmacılarının derlediği veriler, işsizlik artarken, nominal ücretlerin de ABD, İngiltere, Japonya ve Avrupa Birliği’nde1970’ten bu yana bir gerileme eğilimi sergilediklerini, en son “krizi - toparlanma”(?) devresinde de bir toparlanma yaşamadıklarını gösteriyor. (aktaran, Financial Times, 02/10/14)
ILO raporuna dönersek, 2013 yılında, çalışanların yüzde 26.7’sinin (829 milyon) günde 2 doların altında bir gelirle yaşadığını görüyoruz. Buna karşılık Credit Suisse’in en son küresel servet raporu, tüm aile reislerinin yüze 8.4’ünü oluşturan 393 milyon bireyin toplam servetinin 200 trilyon dolarla dünya hane halkı servetinin yüzde 83.4’üne ulaştığını gösteriyor.
Buraya kadar aktardığım işsizlik ve gelir dağılımı verilerinden hareketle talep yetersizliğinin kaynaklarını düşünmeye başlayabiliriz. Burada da karşımıza bir başka kısırdöngü çıkacak: Sermaye, maliyetleri düşürerek kâr oranlarını artırmak için emeğe baskı yaptıkça, işsizlik artıyor, ücretler düşüyor, gelir dağılımındaki bozukluk, müstehcen noktalar çıkıyor. Ancak, böylece maksimize edilen potansiyel kârların gerçekleşmesini engelleyen bir talep yetersizliği sorunu oluşuyor. Kapasite fazlası da maliyetleri arttırıyor... Kamu harcamalarındaki gerilemenin toplam talepte yaratacağı açığı, özel sektörün karşılamakta tamamen başarısız kaldığı görülüyor.
Sapiens, İnsan Türünün Kısa Tarihi” kitabında, yazar “kapitalistler ekonomik ilişkileri yalnızca kendileri yönetebilecekleri biçimde düzenliyorlar” diyordu. Son mali kriz, artık onların da yönetemediğini, yönetmeye çalışırken yarattıkları sorunların altında kalmaya başladıklarını gösteriyor. Ancak, böyle durumlarda, talep yetersizliği sorunundan etkilenmeyen, sermaye birikimini destekleyecek bir olasılık olarak silah sanayiisine, savaş piyasasına yönelme eğilimi ortaya çıkabiliyor.
Bu ekonomik ilişkileri yönetebilecek tek sınıf yönetemediğine, korkutucu seçenekler aramaya başlayabileceğine göre, hem bu sınıftan hem de bu ekonomik ilişkilerden kurtulmak gerekmiyor mu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları