AKP döneminde, “pasif devrim” modeli içinde ilerleyen bir geçiş sürecindeyiz. Bu siyasal İslamın, liderliğini yapan Sünni-Müslüman entelijansiyanın simgesel üretim araçlarına sahip olma özellikleri-ne göre şekillenmiş totaliter bir kapitalist devlet biçimine geçiş sürecidir.
Bu sürecin üzerinde düşünmeden, Latin harf-lerine geçişle ilgili olarak, “bir gecede halkı/milleti/toplumu cahil bıraktılar” yakınmasının kini, “Osmanlıca eğitime, Arapça harflere dönme” arzuları tam olarak kavranamaz.
Üretim araçları yalnızca, kazma, kürek, makine, bilgisayar gibi nesnelerden oluşmaz. Bilgi de olmazsa olmaz bir üretim aracıdır. Sermayenin simgesel üretimi (kültürü) birikim sürecinin içine giderek daha fazla çektiği son 50 yılda, üretim, yeniden üretim araçlarının içinde bilginin yeri, önemi giderek artmıştır.
‘Bilgiye’ dayanarak sömüren bir ‘sınıf’
Müslüman entelijansiya da (ulema) Osmanlı toplumunda, bilginin (bu üretim aracının) mülkiyetini, üretimini ve yeniden üretimini, toplum düzenini koruyacak, sultanın iktidarını meşrulaştıracak biçimde kontrol ediyor; toplumsal artık üründen bu yolla pay alarak halkı sömürüyordu.
Cumhuriyetin ilanı, Halifeliğin kaldırılması, Latin harflerine geçiş, tekkelerin kapatılması, unvanların, statü belirten giysilerin yasaklanması, kadın-erkek eşitliğinin, kadın haklarının yasalaştırılması ama özellikle de Latin harflerine geçiş, bu tabakanın elinden ekonomik artığa ulaşmasına olanak veren, ona özgün üretim araçlarını, sömürü mekanizmasını aldı.
Pazartesi günü Orhan Bursalı’nın yazısında da ayrıntılarıyla vurguladığı gibi böylece “mülksüzleştirilen” (“cahilleştirilen”) aslında toplumun son derecede ufak bir kesimiydi. Radikal bir jestle bir gecede “cahilleştirilen” bu tabakanın konumunu korumak için halka/topluma dayanamamış olması da ayrıca anlamlıdır.
Ne ki bu “cahilleştirilen” entelijansiya yok olamamış, çok özel konumundan (soğuk savaşın emperyalist desteklerinden de) yararlanarak, dinci muhafazakâr çevrelerde varlığını, merkezi siyasi iktidarın dışında kalmasına karşın, yerel düzeyde “mikro” iktidar alanlarında sürdürebilmiştir. AKP ile birlikte Müslüman entelijansiya, liberal entelijansiyanın da katkılarıyla devletin yönetimini yeniden ele geçirdi.
Bu entelijansiya, bir tür (dini-ahlaki) bilgisinin üretiminin, yeniden üretiminin, giderek de güncel yaşamın bilgisinin (haber ve yorumların) dolaşım kanallarıyla araçlarının, kendi tekelinde toplanmasının, varoluşunun önkoşulu, toplumsal ekonomik artığa, kapitalist birikim süreçlerine ulaşmasının aracı olduğunu biliyor.
Tekeline almaya çalıştığı bu özel bilginin, toplumun simgesel evrenini tüm farklı söylemleri (ulusal kimlik, etnik-dini aidiyetlerden, komünizme kadar) dışarı atarak doldurması, ait olduğu hakikat rejiminin tamamen egemen olması için, devletin disiplin, cezalandırma araçlarının (yargı ve güvenlik güçleri) kontrolünü elinde topluyor.
İkincisi, devlet, bu entelijansiyanın elinde bir dönüşüm geçirirken, bu “yeni düzene” uygun yeni bireyin üretimini (nüfus-eğitim-sağlık politikaları), yeniden üretimi (aile-cinsel pratikler, tercihler), bedenleri denetleyen, yeniden şekillendiren bir biyopolitik rejimini kararlılıkla inşa ediyor.
Bu proje, demokrasinin seçimlere, siyasi iktidarın hükümete, hükümetin, hatta hukukun da liderin iradesine indirgendiği, yalnızca “egemen hakikat rejimiyle” çelişen değil, lideri eleştiren, hükümetin uygulamalarını, bu sınıfın sömürü yöntemlerini sorgulayan seslerin de susturulduğu, devlet-toplum ayrımının kalktığı bir organik yapı kuruyor.
Bu “organik yapıda”, Müslüman entelijansiyanın, iktidarda kalma, toplumsal artığa ulaşma olanaklarını garanti altına alması, bu olanağı kullanarak servet yığması, medya vb. kültürel araçların neyi ne zaman, nasıl, hatta hangi dille ve simgelerle ifade edeceğine karar verebilecek güce sahip olmasına bağlıdır.
Bu nedenle, şimdi sıra son derecede önemli bir düğümü çözerek, düşünmenin ve konuşmanın araçlarını, dili, yeniden bütünsel bir kontrol altına almaya, denetim altındaki alanın dışında kalanları susturmaya olanak verecek, Sünni Müslüman olmayan “öteki”nin dilini kesecek bir kültür ortamını yaratmaya geldi.
Böylece Müslüman entelijansiya, kendi dışındaki herkesin, toplumun hemen tamamının elindeki en önemli simgesel (kültür) üretim aracını gasp ederek, onları “cahilleştirerek”, bilgiyi yeniden tekeline alıp Cumhuriyetle birlikte kaybettiği iktidarı restore etmeyi amaçlıyor.
Sıra ‘Ötekinin’ Dilini Kesmeye Geldi
Yazarın Son Yazıları
Türkiye, yıllardır siyasal İslam rejiminin “toplumsal ruh mühendisliği” projesinin baskısı altında yaşıyor.
Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır.
Sağın bu birlik refleksi, ideolojik bir tutarlılıktan değil, son derece sade bir siyasal sezgiden besleniyor: İktidarı istiyorsan yan yana duracaksın.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne (UGS) bu kez emperyalizm ve faşizm kavramlarının ışığında bakacağım.
Önümüzdeki dönem dünya siyasetini yalnızca büyük güç rekabeti değil; milliyetçi, hatta uygarlıkçı reflekslerle donanmış yeni bir “teknolojik kapitalizm” biçiminin, faşist ideolojinin küresel ölçekte (öncelikle de UGS’nin, “göç dalgaları altında kimliğini kaybeden, gerileyen uygarlık” olarak tanımladığı Avrupa’ya), dayatılması belirleyecek.
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...