Çin sınırındaki Sibirya hapishanelerinden, Finlandiya sınırındaki Gulaglara savrularak, yaşamının on yılını demir parmaklıklar ardında tüketen Mikhail Borisoviç Hodorkovski sonunda serbest kaldı.
“Eski oligark”lardan Hodorkovski’yi özgürlüğe kavuşturan “dış dinamik”, “Soçi Kış Olimpiyatı” oldu.
Kış Olimpiyatı arifesinde Putin; yerlerde sürünen insan hakları karnesinde sıçrama kaydetmek amacıyla umulmadık bir “imaj atağı”na girişti.
Batılı liderlerin olimpiyata “siyasi boykot uygulamak” kararlılıklarını açıklamaları üzerine Putin, “komplo” söylemlerine abanmak yerine; Sibirya’da çürüyen Hodorkovski ile birlikte “Pussy Riot” ve “Greenpeace” aktivistleri gibi önde gelen siyasi tutukluları saldı.
“Özel af” yetkisini kullanan ve “insani gerekçeler” öne süren Putin’in, basınla yıl sonu toplantısında sürpriz biçimde açıkladığı karar, Ruslar dahil dünyayı şaşırttı.
Biri felsefeci, diğerleri gazeteci ve fotoğrafçı olan üç “Pussy Riot” kızının Moskova’da bir katedralde salt “Meryem bizi Putin’den Kurtar!” şarkısını söyledikleri için mahkûm edilmeleri feveran yaratmış; punkçı kızlar “Putin zulmünün” simgesine dönüşmüştü.
Benzeri tepkiler Kuzey Kutbu’nda petrol aramalarına karşı çıkan, “Greenpeace” üyelerinin hapsiyle ortaya çıkmıştı.
Çeşitli milletlerden aktivistlerin derdest edilmesi, dünyanın dört bir yanında yankılanmış, insan haklarında yeni bir ivme oluşturan “Facebook”, “Twitter” duyarlılıklarını görmezden gelen Putin zorbalığı; bir kez daha deşifre olmuştu...
Çara kafa tutan adam
Siyasi mahkûmlar içinde en büyük gürültüyü koparan “Hodorkovski affı” oldu…
Bunun nedeni yalnız Hodorkovski en uzun süre hapiste kalmış olan mahkûm olması değil…
Hodorkovski aynı zamanda Putin’e “kafa tutmaya cüret etmiş” tek adam.
Rusya’da bu hâlâ “Çara kafa tutabilmek” anlamına geliyor.
İnsanların kaderleri çünkü hâlâ Çarlık Rusyası’ndaki gibi, “muktedirin” iki dudağı arasında sayılıyor…
2000’ler başında Rusya’nın bir numaralı zengini olan “Yukos”un sahibi Hodorkovski bugün nitekim, diğer siyasi tutuklar gibi Putin’in -sözüm ona!- “alicenaplığı” ile özgürlüğüne kavuşuyor.
Vaktiyle tıpkı çarın affıyla idamdan kurtulan Dostoyevski gibi!
“İnsan hakları” ve “hukuk devleti” olma yolunda Rusya’da o tarihten bu yana katedilen fazla mesafe yok.
Çar üstünüzü çizerse hapsi boyluyor; hoşgörü bahşederse özgür oluyorsunuz. Hodorkovski’ye olan da bu.
Korku imparatorluğunun simgesi
İki yıl önce Hodorkovski üzerinde bir belgesel görmüştüm. Cyril Tuschi isimli bir Alman’ın büyük zorluklarla gerçekleştirdiği belgesel; Rusya’nın “korku imparatorluğunu” anlatıyordu.
Moskova’da hiçbir sinemanın göstermeye yanaşmadığı belgeseli “Bu, korkuyla ilgili bir projedir!” diye açıklayan Tuschi’nin yapıtını ilginç kılan yan; sade baskıya uğrayanların korkusunu değil, güçlülerin “güçlerini yitirmek”ten ne kadar çok korktuğunu anlatmasıydı.
Bu korku, hep daha çok baskıya başvurmayı zorunlu kılıyordu.
Belgeselin en etkileyici sahnelerinden biri; Putin’in ilk cumhurbaşkanlığı döneminde, servetini Yeltsin yıllarında yapan “oligark”larla (2003’te) bir araya geldiği bir toplantıydı.
Masada sonradan İsrail’e kaçan Guzinski ile geçen bahar, Londra’da ölü bulunan Berezovski de vardı.
Arkadan olacakları belirleyen bu kilit toplantıda; oligarklara Putin “politikadan uzak durun!” mesajı verirken; Hodorkovski, buyruk almayacağını belirtiyor, “muhatabını” ekonomi bilmemekle suçluyor ve burnunun ucundaki yolsuzluklarla yüzleşmemesi halinde Putin’in Rusya’yı uluslararası sistemde gereken yere çıkaramayacağını söylüyordu.
Bu “had bilmezliğe” çok içerleyen Putin, aracılarıyla Hodorkovski’ye “Rusya’yı terk et!” komutunu iletiyordu.
Bu “mafyozi uyarıyı”da kale almayan Hodorkovski; bir yurtdışı gezisinden dönüşünde tutuklanıyordu.
Resmi düzlemdeki suçlama; “sahtekârlık”, “vergi kaçakçılığı” ve “kara para aklamak”tı. Ama Hodorkovski’nin asıl tutuklanma nedeninin, Putin’le boy ölçüşmek olduğu herkesçe biliniyordu.
‘Halk neyse iktidar odur!’
Demir parmaklık ardında bol bol yazıp çizen, günah çıkaran Hodorkovski, şimdi bir “insan hakları mağduru” olarak çıkıyor.
Hapishanede kaleme aldığı anılarında; “mülkiyet ve özellikle büyük mülkiyetin insanı özgürleştirmediğini anladım” diye yazan Hodorkovski; “Benim için büyük paralar devri geride kaldı. Kendimi Rusya’nın özgürleşmesine, yeni değerler, yeni umutların simgesi genç kuşaklara adamak istiyorum!” diyor.
Halka dönük eleştirilerini de esirgemeyen işadamı-yazar; “İktidarlar halktan soyutlanamaz” diye ekliyor: “Bir halk iktidardan ne anlıyorsa, karşısında onu bulur. Halkın güç anlayışı neyse tepedeki iktidar onu yansıtır…”
Özgürlüğüne yeni kavuşan ünlü tutuklunun, “Rus devleti” için söyledikleri de çarpıcı: “Devlet, Rus halkı için inanç ve umut veren üstün bir güçtür. Devleti bu gözle değerlendirmekten vazgeçmeliyiz. Böyle üstün güçler atfedilen devlet, saygının kaybolduğu anda, ya kaos, ya isyan ya da devrimle altüst oluyor. Tarih bize bunu gösteriyor!”
“Hukuk devleti” olmayı beceremeyen her devletin gerçekte kaderi bu.
Muktedirin İki Dudağı Arasında
Yazarın Son Yazıları
Görmüşsünüzdür: “Siyaset dışı en güvenilir isimler anketi”nde Sedat Peker ilk sıraya oturdu.
“Gerçeklerin, çoğumuzun gözünden kaçan bir yapısı var”...
İngiliz yazar Ian McEwan uyarıyor...
Turhan Selçuk’un çok sevdiğim bir karikatürü vardır: Küçük balıklar bir araya gelip devasa bir köpek balığını kovalar.
Annesi Mira Nair...
Mezardan yükselen intikamlar bunlar...
Shehadeh Dajani’nin yüzü hâlâ gözlerimin önünde...
Michael Wolff... Trump döneminin kara kutusu.
"87 yaşındayım" diyor Jane Fonda...
“Cesur bir adım atalım ve ona (Cumhurbaşkanı Erdoğan’a!) bire bir ilişki temelli gereksinim duyduğunu verelim. O nedir? Meşrutiyet!”
Sizler bu satırları okurken Trump Amerika’sı geçen hafta içinde öldürülen radikal sağ aktivist Charlie Kirk’ü ulusal törenlerle uğurluyor olacak.
Amaç, muhalefeti etkisizleştirmek ve işlevsizleştirmek...
Proizvol ve prodazhnost... Rusça iki sözcük.
Prodi’yi hatırlarsınız...
Çocukluğumda “Midas’ın Kulakları” diye çok ünlü bir oyun vardı.
İslam inkılabının ana kanun maddesi şudur: Bütün kanunlar Allah’ın emirlerine uygun ve bağlı olarak insani selim duygu ve düşünceye dayanır.
"Epstein vakası ABD siyaset kültüründe merkezi bir komplo kertesine erişti, bu gidişle Kennedy suikastı mitosu ile yarışır” diyor Michael Wolff.
II. Trump badiresine karşı Başkanlık yarışına girmek cüretini gösteren Demokrat Parti adayı Kamala Harris ilk kez konuştu ve...
Sevgili Altan bey
“ Otokratlar rakiplerini artık öldürmüyor” diyor Anne Applebaum ve devam ediyor...
Bir arkadaşımdan geldi. Instagram iletisi... ’70 li yıllar. Bikinili dört kadın güneşin altında mutlu mesut uzanmış.
Faşizm gemi azıya aldıkça, çarenin yerel siyasetten geçtiği anlaşılıyor.
Thomas Mann “Venedik’te Ölüm”ü tam Birinci Dünya Savaşı arifesinde, bir “çöküş” hikayesi olarak kaleme almıştı. “Belle époque/Muhteşem devir”tabir edilen 19. yüzyıldaki 2. sanayi devriminin sonu ile 20. yüzyıl başının sonsuz istikrar, refah ve özgüven çağı sonlanmış, baş döndürücü teknolojik değişimlerle toplumun değerler skalası değişmişti.
Deyim, Almanya’nın yeni Şansöylesi Friedrich Merz’e ait. Bir haftadır Mertz’in şok...şok...şok bu sözleri konuşuluyor.
14 Haziran’da Washington’da bir kutlama için, yerleri dolduracak yedeklere ihtiyaç var.
Donald Trump, Beyaz Saray’a çıktığı ilk yıllarda, “New York’un ortasında, 5. caddede çıkıp birini vursam bir tek seçmen kaybetmem!” demişti.
Adına “muzzle velocity” diyorlar. Deyimi siyasi jargona sokan isim Trump’ın “karanlık prensi” Steve Bannon.
“Habeas Corpus nedir? Tanımlar mısınız?”
İç gerilimlerin cümlemizi sersem ettiği, burnumuzun ucunu göremez hale getirdiği Türkiye’nin dışında bir dünya var.
Trump Vatikan’a da göz dikti
Psikolojik harekât
Vatikan’da dönüm noktası
Romancının ölümü
Starmer’ın sessizliği
İmamoğlu ‘rakip’ olmasaydı...
Pikachu’nun anlattıkları...
Kafka senaryosu
Avrupa'da neler oluyor?
Avrupa’da yeni kavşak
Yeni bir dünyaya doğru