Siyasal İslam Yönetemiyor

15 Ocak 2014 Çarşamba

Müslüman Kardeşler’in Mısır deneyiminden sonra, AKP hükümetinin “Gezi Olayı” karşısındaki tepkisi, cemaat- AKP çatışması da siyasal İslamın parlamenter demokratik bir cumhuriyeti yönetemeyeceğini düşünenleri haklı çıkarıyor.
Arap isyanlarına kadar, Batı’da dış politika çevrelerinde, siyasal İslamın “ılımlı” kanadının seçimleri kazanarak hükümete gelmesine olanak sağlanmasının radikal kanadını etkisizleştirilebileceğine ilişkin bir inanç egemendi. AKP hükümeti, Türkiye deneyimi de adeta bu inancı destekliyordu.
Bu “ılımlı” kanadın temsilcileri Mısır ve Tunus’ta iktidara geldiler, ama devleti yönetemediler. Radikal kanat hızla gelişti, Kuzey Afrika’dan Suriye’ye büyük çaplı silahlı yapılarla etkinliğini artırdı.

Devleti yönetmenin ‘tek yolu’
Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütü, Tahrir olayının yarattığı iktidar boşluğunda, ideolojik kültürel karışıklık ortamında, örgüt yapısına, toplumsal desteğine dayanarak devlet başkanlığını, hükümeti, kısacası yürütmeyi ele geçirdi, Meclis’te istediği kanunları çıkaracak bir ağırlık elde etti.
Ancak MK hükümete gelince, olağan bir kapitalist düzen partisi gibi davranmadı. Mısır’da istikrarı sağlamaya, krizin etkilerini yumuşatmaya öncelik vermek yerine, hızla yargıyı, devletin şiddet araçlarının tekelini elinde toplamaya, kendi toplumsal yaşam modelini, Mısır toplumunun tümüne dayatmaya yönelik adımlar atmaya başladı. Kitle muhalefeti yeniden kabardı, Mısır yönetilemez hale geldi. Ordu, “emperyalizmin” de desteğiyle istikrar adına yönetime el koydu.
Tunus’ta MK’nin temsilcisi Ennahda isimli parti, seçimlerde, liberaller ve muhafazakârlarla birlikte bir koalisyon hükümeti kurabilecek kadar oy alabildi. Ennahda, hükümeti kurduktan sonra, koalisyonu unutup yalnızca kendi projesini uygulamaya yöneldi. Ancak, Tunus’ta güçlü bir sendikal hareket, liberal-seküler muhalefet vardı. Ennahda hükümeti, kısa sürede devleti yönetemez noktaya geldi; istifa etmek zorunda kaldı. Bir seçim hükümetinin kurulmasının, demokratik hak ve özgürlükleri genişletecek, laikliği güvence altına alacak bir anayasanın yapılmasının önü açıldı.
Siyasal İslamın Türkiye’de, AKP döneminde başlangıçta dikkatli davrandığını, devletin yargı organlarının denetimini, şiddet araçlarının tekelini elinde aşamalı bir süreç içinde toplamayı amaçladığını gördük.
Başbakan güçler ayrılığının yürütmeyi yavaşlattığından yakınıyordu. AKP kadrolarına, yandaş basına göre, seçilmişlerin uygulamalarını hiçbir kurum denetleyemez, engelleyemezdi; seçimleri kazanan uygun gördüğünü yaşama geçirirdi; buna karşı çıkanlar atanmışların vesayetin savunuyordu.
AKP, son döneminde uygulamalarını hızlandırdı, “Gezi Olayı”na verdiği tepki, on yıldır alttan işleyen “devrim yaptık düzeni değiştiriyoruz” anlayışını, totaliter eğilimleri yüzeye çıkmaya zorladı. AKP-cemaat çatışması, yolsuzluk dosyaları, AKP’nin yargı ve polis üzerindeki tasarrufları, Türkiye’de de “yönetilemeyen devlet” olgusu yarattı.
Dün AKP’yi Arap dünyasına örnek göstermeye çalışan Batılı çevreler, bugün AKP’nin “Araplaşmasından” yakınmaya, AKP hükümetinin tarihini geriye doğru yeniden yazmaya, totaliter eğilimlerini “keşfetmeye” başladılar.
Tüm bunlar, ilk bakışta siyasal İslamın kapitalist devleti yönetemediğini gösteriyor. Ancak, Suudi ve Körfez emirliklerini bir kenara bırakırsak, en azından bir örnek bazı koşullar gerçekleştiğinde, siyasal İslamın kapitalist devleti yönetebileceğini söylüyor.
İran’da siyasal İslam bir karşıdevrimle iktidara geldi, muhalefeti ağır bir şiddet uygulayarak imha etti. Bu sayede, siyasal İslam İran’da devletin tüm kurumlarını tek elde toplayabildi; devlet- sivil toplum ayrımını kaldırabildi, kendi yaşam projesini yine şiddete dayanarak topluma kabul ettirebildi; çok kısa sürede totaliter bir düzen kurdu. İran’da siyasal İslam kapitalist devleti, 1980’lerin başından bu yana, bu totaliter düzene dayanarak yönetmeyi başarabildi.
Siyasal İslamın Şii akımının deneyimi, Sünni kesiminin hükümete gelince devleti, toplumu, gerektiğinde şiddete baş vurarak, totaliter bir yapı oluşturacak yönde yeniden şekillendirmeye girişmesinin, devletsivil, toplum-özel yaşam ayrımlarını yok saymasının rastlantı değil, yapısal/özsel bir özellik olduğunu düşündürüyor. Siyasal İslam, kapitalist devletin parlamenter, çoğulcu biçimini yönetemiyor; güçler ayrılığı kurumlarıyla, muhalefetle ilk karşılaştığı noktada sorunlarını totaliter yöntemlerle aşmaya çalışıyor. Bu açıdan bakınca da AKP ile cemaat arasında temelde bir fark olamayacağını görmek gerekiyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları