Geleceğin en parlak lideri

14 Haziran 2015 Pazar

2009 yerel seçim kampanyaları sırasında Mardin-Midyat’ta idim. Sokaklardan geçen ve belediye başkan adaylarının halkı selâmladığı parti konvoylarını bir bir takip ettim.

O dönemde hâlâ aktif olan ANAP’ın konvoyu geçiyor ve muazzam dini bir tablo; çarşaflar, sakallar, cüppeler eşliğinde halk selâmlanmakta. Sonra bir başka parti, tam hatırlamıyorum ama DP ya da Saadet olabilir, onda da üç aşağı-beş yukarı aynı tablo. Sonra AKP konvoyu ve hemen hemen tıpkısının aynısı bir görüntü.

Birden başka hava estiren bir konvoy çıkıyor ortaya. Onda da toprağın ve toplumun dindarlığını yansıtan görüntüler var ama farklı insan belirimleriyle de çeşitlenip dengelenmiş halde bu. Otobüsün içinde koyu renk bir ceket üzerine bembeyaz ve yakaları dışarda bir gömlek giymiş, saçları kara, alnı ak, yüzü pak, göğsünü gere gere kalabalığa el sallayan bir partili kadın görüntüsü o günden bugüne hâlâ hafızamda.

Bu DTP (Demokratik Toplum Partisi) konvoyu.

 

Kararlılık ifadesi

DTP’den BDP’ye, oradan da şimdi iyice Türkiyelileşme yolunda bir kararlılığın ifadesi olarak HDP’ye yol tutmuş siyasi oluşumu ve onun bu kararlılığa “güler yüzlü gelecek” ümidi de veren çehresiyle nişane olan eş-başkanı Selahattin Demirtaş’ı değerlendirmeye bu noktalardan başlamak gerekir. Ama ondan da önce bir parça daha gerilere gitmek gerekir.

***

1925 Şeyh Said İsyanı’nda Kürt ileri gelenleri, seçkinleri, entelektüelleri Kürt kimliğine ilişkin bir bilinçlilik halinde olsalar da kitlelerde kimlik bilincini oluşturan, kimliksel ve kültürel arayışları aktive eden unsur dindi.

Etnik kimliğin kitlesel bilince vurulması, kültürel hak arayışlarının esası haline gelmesi, aynı yüzyılın son çeyreğindeki PKK İsyanı’na kadar beklemek durumunda kaldı.

Aradan geçen zamanda coğrafyanın hayatına eklenen yeni “girdi”lerin dönüşümde etkisi büyüktür.

En öncelikli olarak modernleşme, sekülerleşme, “sosyalistleşme”dir bunlar.

Paradoksal gelebilir, ama (başka bir yazıda uzun uzadıya tartışmaya açtığımız üzere) Kürtlük bilincinin kitlelerde serpilip gelişmesi, Türk modernleşmesinin sonucudur.

Abdullah Öcalan da bir Cumhuriyet çocuğudur.

 

‘PKK’nin dölyatağı’

Fakat Kürt siyasi hareketini bir militan aktivizm içine sokan ana dinamik hiç kuşkusuz 12 Eylül ve onun “Türkiye solları”nı topyekûn ezme ameliyesinden çıkar.

O süreçte (ilk ortaya çıkışına dair pek çok şayia ve şaibe akılda tutulmak kaydıyla) “Apocular”a ve bağlantılı şekilde Kürtlere yapılanlar, 80-öncesinde sosyalist bir örgütsel oluşumun hızla etnik ve ulusalcı motivasyona sahip bir kitlesel harekete evrilmesine yol açtı.

Denilebilir ki Diyarbakır Askeri Cezaevi, PKK’nin “dölyatağı” oldu.

***

Uzattık, toparlayalım: Türkiye’de Cumhuriyet rejimininin dönüştürücü etkisiyle doğrudan, dolaylı veya istenmedik yan ürün olarak ortaya ne çıktıysa; modernleşme, sekülerleşme, sosyalistleşme, etnik bilinç uyanışı, sekülerleşmeye dirençli ama yine de “modernleşmiş” dinsellik ve dindarlık, bastırılmış kimliklerin (Alevilik, Süryanilik, Ezidilik, Ermenilik, vb.) dışavurumu, bastırılmış kültürel/yaşamsal tercihlerin çığlığı ve daha birçok şey.

Bunların hepsinin ülkenin Kürt coğrafyasında aktif, dinamik, birbirleriyle yer yer müzakere, yer yer çatışma içinde var olduklarını, konum ve mevzi kazandıklarını görüyoruz.

Selahattin Demirtaş, tüm bunların 30 yıla yakın hâkim olmuş savaş dilinden arınık, samimi bir barış ve demokrasi vaadi içerisinde, güleç ve sevimli, muzip ve mizahi, ama en önemlisi genç ve gelecek dolu bir çehrede temize çekilmiş halidir!..

 

En yetişkin lider

Öyle olduğu için, bugün Türkiye’nin seküler değil dinbaz, çoğulcu değil tektipleştirici, demokratik değil diktatoryal, barışçı değil savaşçı, uzlaşmacı değil çatışmacı bir totaliter rejim arayışının kıyısından dönmüş olmasını en çok ona borçluyuz.

Karşımızda Türkiye’nin en çağdaş, çoğul toplum laikliğini benimsemiş; sol düşünce, değer ve yaklaşımlardan beslenen, onlarla zenginleşen; ama solun bu memlekette bir türlü sıyrılamadığı dine antipatik tutum alışlardan da uzak, dindarlığı, inanç hak ve özgürlüklerini hiçe saymayan; hem etno-kültürel duyarlılıklara, hem de insani evrensellere açık bir parti var.

Selahattin Demirtaş tüm bunları şahsında temsil eden, tecessüm ettiren bir lider.

***

Demirtaş genç, ama mesela kendisinden çok daha yaşlı olduğu halde çocuksu bir öfkeyle meydanlarda ona buna saldırarak hâlâ ergenlikten çıkmamış izlenimi saçan iktidardaki liderlerle kıyaslandığında en “yetişkin” lider.

Küresel dünya ile en uyarlı, en özgürlükçü, en çevreci, en sivil toplumcu lider.

Ne eşcinselleri, ne Ermenileri, ne Ezidileri ihmal eden, tersine onları özneleştiren, üzerlerine titreyen bir lider.

O yüzden, bakmayın dinbazların dillerine pelesenk olmuş olmasına, “Yaradılanı severin Yaradan’dan ötürü” deyişini gerçek anlamda ete-kemiğe bürüyen lider.

***

O, ülkenin batısındaki laik kesimlerde mevcut 30 yıllık acı bir çatışma sürecinin ürettiği, kendisine ve partisine dönük “fobik” kanaat, yargı ve duyguları cumhurbaşkanlığı adaylığında bir parça aşabilmişti.

7 Haziran seçimlerinde iyiden iyiye aştı. Özellikle de yeni oy kullanan gençler, “Y-Kuşağı” nezdinde çatır çatır aştı.

Bu yüzden de geleceği en parlak siyasi lider.

***

Kazanma ümidi olmadığı halde Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylığa soyunduğu süreçte ben, sonuç ne olursa olsun bu onun için bir bitiş değil yükseliş olacaktır diye yazmıştım.

7 Haziran seçimleri, onun bu yükseliş sürecinin görkemli bir açılışıdır.

Bu seçime giden yolda Demirtaş, diğer partilerinkiyle karşılaştırıldığında kampanya sürecinin en güçlü, en unutulmaz ve tarihe geçecek sloganını üreterek ülkeyi bir dinbaz totaliteryanizme sürükleme hevesindeki iradenin karşısında durdu ve “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi.

Sonuç ortada...

Kazanmıştır, Türkiye’ye de kazandırmıştır.

BİTTİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları