Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Klaus Schwab, The Project Syndicat sitesindeki yorumunda dünyanın ekonomik model, jeopolitik dengeler, ekolojik sorunlar açısından “epik bir geçiş sürecinde” olduğunu vurguladıktan sonra ekliyor “bir düşük beklentiler, belirsizlikler dönemine giriyoruz”.
Güncel gelişmeler, tartışmalar, aslında bir “geçiş” değil, “geçemeyiş”, “takılıp kalmışlık” durumuna işaret ediyor. Schwab’ın saptamalarını da “biz” kavramının kastettiği “şey”e göre anlamlandırmak gerekiyor.
Takılıp kalma belirtileri
Geçen yıl, dünya ekonomisine ilişkin tartışmalarda “uzun durgunluk” kavramı öne çıkmaya başlamıştı. Nobel ödüllü ekonomist Michael Spence geçen hafta, “Büyümenin önündeki gerçek engeller” başlıklı yorumunda, en azından üç resesyon önce başlayan, yüksek işsizlik, düşük büyüme eğiliminin her ekonomik toparlanmada biraz daha yerleştiğini yazıyordu. Bu eğilimler 2008’den sonra, daha da belirginleşirken, “gelir dağılımındaki bozulma kriz boyunca devam etti” diyor (Project Syndicat, 23/01).
Conference Board ekonomistlerinin, hazırladığı dünya verimlilik (prodüktivite) çalışmasının sonuçları yukardaki paragrafta değindiğim kronik sorunların temelindeki etkenlere ışık tutuyor: 2013 yılı “dünyanın (siz kapitalizm diye okuyunuz-E.Y) emek ve sermaye kaynaklarını mallara, hizmetlere çevirme kapasitesindeki gerilemeyi sergileyen çok kötü bir yıl olmuş”. Financial Times’dan Chris Giles da “Bir üretkenlik krizi dünya ekonomisinin peşini bırakmıyor” diyor (14/01).
Bu saptamaların üzerine IMF’nin “deflasyon riski”, Dünya Bankası’nın “Gelişmekte olan ülkeler dış kaynak sıkıntısına düşebilir” uyarılarını ve Arjantin’in yeniden sallanmaya, BRICS kavramının yerini bu kez Türkiye’yi de içeren “Kırılgan Beşli” kavramına bırakmaya başlamasını ekledik mi, sanırım “geçemeyiş durumu” daha bir belirginlik kazanır.
“Geçemeyiş” ise aynı yerde “patinaj yapmaya” değil, bozulma, çürüme dağılma, “canavarlaşma” eğilimlerine işaret eder.
Teknoloji, yabancılaşma, paranoya
İşsizlik, verimlilik eğilimlerindeki olumsuz gelişmeler, teknolojik gelişmelere bağlanan umutların da boş çıkmakta olduğunu gösteriyor. Oxford Üniversitesi’nin bir araştırması, ABD’de gelecek 20 yılda, bugün var olan tüm işlerin yüzde 45’inin yok olacağını, otomasyonun insanların işlerini elinden alacağını gösteriyor (Boston Globe, 26/01). Böylece oluşacak fazla nüfusa ise kapitalizmin sunabileceği hemen hiçbir olanak yok. Geçmişte olduğu gibi bunları gönderecek boş alanlar, sömürgeler de yok. Geriye bunları savaşlara ya da kurgubilimlerdeki gibi (Hunger Games, Elysium, örneğin) egemen sınıfın yaşam alanlarının dışına sürmek kalıyor...
1914’teki ilk dünya savaşının 100. yıldönümünde, tartışmalar dönüp dolaşıp bu konuya geliyor. Şu sıralarda kaynak rekabeti, yerel savaşlar yoğunlaşmaya devam ederken Pasifik’te Çin ve Japonya’nın aralarında adeta bir soğuk savaş başlatması, ABD ve Rusya’nın Suriye’den sonra Ukrayna’da da karşı karşıya gelmesi ister istemez, kaygıları artırıyor.
Hunger Games ve Elysium şimdilik yalnızca filmlerde, ama Prof. Krugman, eşitsizlik derinleştikçe, “plütokratların” (“yüzde bir”in), toplum yaşamına gittikçe yabancılaştığını, gerçeklikten kopmaya, aynı zamanda da paranoya geliştirmeye başladıklarını yazıyor. Kleiner Perkins adlı yatırım şirketinin CEO’su Wall Street Journal’daki yorumunda, “yüzde bire” yönelik eleştirileri “Nazilerin Yahudilere saldırılarına benzetiyor”, “yeni bir Kristallnacht’a (SS zorbaların Yahudilerin işyerlerine saldırdığı gece) doğru gittiğimizi” savunuyormuş. Krugman, böyle çatlaklar her zaman çıkar diyor, ama WSJ’nin bunu basmasını anlamlı buluyor (New York Times, 26/01).
Savaşlardan, “Hunger Games”, “Elysium” senaryolarından başka bir olasılık daha var. Plütokrasinin paranoyası bu olasılıkla ilgili: Yönetenler artık yönetemiyorlar, hükümetlerin, mali “hokus pokus”un katkısıyla toplumdan çalınan servetlerin müstehcen düzeyi de göze batmaya başladı. The Financial Times’dan Samuel Brittan’ın “eşitsizlik kavramını ekonomi lügatinden kovun” çağrısı boşuna değil. Buna karşılık orda burda, ayaklanmaya başlayan yeni “orta” sınıf henüz yönetecek düzeye yükselemiyor. Ama bu, bu ayaklanma deneylerin içinde hiç yükselemeyeceği anlamına gelmiyor. Korkutan da bu. Bu korku geçen yüzyılda, bize İtalyan Faşizmini Alman Nazizmini vermişti...
Geçemeyiş Sürecinin Korkusu...
Yazarın Son Yazıları
Türkiye, yıllardır siyasal İslam rejiminin “toplumsal ruh mühendisliği” projesinin baskısı altında yaşıyor.
Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır.
Sağın bu birlik refleksi, ideolojik bir tutarlılıktan değil, son derece sade bir siyasal sezgiden besleniyor: İktidarı istiyorsan yan yana duracaksın.
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne (UGS) bu kez emperyalizm ve faşizm kavramlarının ışığında bakacağım.
Önümüzdeki dönem dünya siyasetini yalnızca büyük güç rekabeti değil; milliyetçi, hatta uygarlıkçı reflekslerle donanmış yeni bir “teknolojik kapitalizm” biçiminin, faşist ideolojinin küresel ölçekte (öncelikle de UGS’nin, “göç dalgaları altında kimliğini kaybeden, gerileyen uygarlık” olarak tanımladığı Avrupa’ya), dayatılması belirleyecek.
Pazartesi günü, 2026’ya girerken ABD ekonomisinin çok kırılgan, küresel ekonominin resesyon eşiğinde olduğunu vurgulamıştım.
Dünya ekonomisi 2026’ya girerken resesyon sınırında (yüzde 3) yavaşlamaya devam ediyor, riskler ve büyüme önündeki engeller artıyor.
“Komisyon”, hukuki, idari ve anayasal bir zeminden yoksun.
The Economist 1990’larda, bir sayısında, finansallaşma başlarken 10 dev ABD bankasını kastederek “evrenin yeni efendileri” diyordu. Bu bankalar dünya borç piyasasında egemendi.
Serbest piyasa Ayetullahları sevindiler...
Küresel Organize Suç Endeksi’nin 2025 raporu açıklandı. Türkiye 2020’de 6.9 puanla 12. sıradayken bugün 7.2 ile 10. sıraya yükselmiş. Küresel ortalama 5.08. Bu endeks, sadece mafyanın gücünü ya da kaçakçılık hatlarını ölçmüyor; devlet içi yapılardan finansal suçlara, yargı bağımsızlığından ekonomiye sızmış suç ağlarına kadar geniş bir tabloyu ortaya koyuyor.
Küresel ısınma üzerine “Taraflar Konferansı” (COP30) Brezilya’da toplandı.
Emperyalist sistemin ABD, AB gibi merkezlerinin Türkiye gibi çevre ülkelerle ilişkilerinde demokrasi arzusu hiçbir zaman gerçek bir faktör olmadı. Bu ilişkiler her zaman çevre ülkenin ekonomik, jeopolitik açıdan kullanılabilir olma ilkesine dayandı.
Trump’ın başkanlığından hoşnut olmayanların oranı yüzde 60’ı geçti.
Busan’daki Trump-Şi zirvesi, yalnızca iki ülke arasındaki ticaret savaşında geçici bir ateşkes anlamına gelmiyor; aynı zamanda, 21. yüzyılın jeopolitik dengelerinde güç, liderlik gibi kavramların yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor. Zirvenin sonunda Trump’ın “12 üzerinden 10’luk bir görüşme” sözleri, Şi’nin ise “Dev gemiyi birlikte yönetiyoruz” vurgusu, ”yeni” bir durumu sergiliyor: Amerika artık “tek süper güç” değil.
Gözlerimizi gerçeğe açmamız gerekiyor.
Z kuşağının emeğin, doğanın, LGBTQ ve kadın haklarının değersizleştirilmesine, ırkçılığa gözetim kültürüne ve kurumsal otoriterliğe karşı zaman zaman isyana varan direnişi, yalnızca bir kuşak çatışması değil, sermayenin denetim kapasitesini sınırlayan tarihsel bir başkaldırı biçimi. Tam da bu nedenle, işletmelerinde kontrolü yitirme korkusu, teknoloji sermayesini giderek demokrasi düşmanı, hatta faşizan reflekslere sürüklüyor.
İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor.
Geçtiğimiz günlerde, Altın 4 bin dolara ulaştı, piyasalarda “Borsa aşırı değerli” uyarıları sıklaştı. Jamie Diamond, Warren Buffet gibi ünlü yatırımcılar bu durumun sürdürülemezliğine işaret ediyorlar.
Gazze’de savaşın yerini alan ateşkes, ilk bakışta bir nefes alma imkânı sundu.
Cuma günü, Aurelien adlı bir yazarın “The cult of can’t” başlıklı denemesine rastladım. Perşembe yazımı okumuş olanların ilgisini çekeceğini düşünerek özetliyorum.
Kapitalizmin merkezlerinde (Anglosakson dünyada) uzun yıllar küreselleşmenin, teknolojinin (özellikle internet ve dijitalleşme) bizi “bugünden daha iyi” (özgür, demokratik, bolluk) günlere taşıyacağı anlatıldı.
Bu kez şanslıyım, önümde iki fotoğraf var. Meclis’in açılışında ve akşamında verilen davet sırasında çekilmiş bu fotoğraflar bugünkü siyasi şekillenmenin, “sağını-solunu”, çok güzel betimliyorlar.
Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Bilimde bazen bir sıçrama yalnızca araştırmacıların dar çevresini değil, tüm insanlığın geleceğini etkiler. 2020’de DeepMind’in geliştirdiği AlphaFold sistemi böyle bir andı.
“YZ dünyayı yutuyor” artık abartılı bir iddia değil.
Tsiridis’in çalışmasının en güçlü yanı, somut tarihsel analizleri belgelerle destekleyerek sivil toplumun (çoğunlukla göz ardı edilen) rolünü vurgulaması.
Dünya siyaseti ve ekonomisi, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde birbirine benzeşen güç dinamikleriyle şekilleniyor.
Gazze’de yaşananlar, uluslararası medyada sıklıkla “çatışma”, giderek soykırım olarak tanımlansa da Prof. Jiang Xueqin olanların arkasında çok daha karanlık bir gerçeğin yattığını söylüyor.
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı.
Endonezya, yaygın protesto gösterileriyle sarsılıyor. Başkent Cakarta’dan ülkenin dört bir yanına yayılan bu olaylar, sadece yerel bir huzursuzluk değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin çevre ülkelerde yarattığı derin eşitsizliklerin, devlet şiddetinin bir ürünü. İsyanın temelinde rejimin tüm kilit kurumların, parlamento dahil, içini boşaltmasıyla, demokratik haklarını kaybetmekte olduklarını hisseden geniş kitlelerin tepkisi yatıyor.
“Küreselleşme” yerini parçalanmaya bırakıyor, bir yeni-jeopolitik şekilleniyor.
Trump, seçim kampanyası boyunca, diktatör olmak dahil tüm arzularını açıkça söyledi. Dahası, Heritage Foundation “Project 2025” başlığı altında 900 sayfalık bir faşist devlete geçiş programı yayımladı. Bu program, devlet bürokrasisindeki özellikle de güvenlik bürokrasisindeki, “kurumsalcıları” ve “anayasalcıları” tasfiye ederek yerlerine başkana sadık olanları atamayı planlıyordu.
Uluslararası ilişkiler alanında yeni bir kavram var: “Ekonomik zorlama çağı” (Foreign Affaires).
Peki bu “ekonomik patlama” yaşanırken, insanların yerini YZ ajanları alırken, artan çıktıyı karşılayacak, kârların gerçekleşmesine, alınacak yatırım kararlarına kaynak olacak tüketici talebi nereden gelecek?
Rejim, seçimlerde kaybettiği belediyeleri geri alıyor, CHP’li belediyelerin liderliklerini tutukluyor, CHP’de Özgür Özel liderliğini tasfiye etmeye çalışıyor.
Amsterdam’da 1656 yılının temmuz ayında, 23 yaşındaki Baruch Spinoza, Avrupa’nın en güçlü sinagogunun önünde durdu, içeri girmeden derin bir nefes aldı.
ABD ekonomisinde, stagflasyon, “konut krizi” kaygıları artarken Trump, Ulusal Muhafızları, Washington DC sokaklarında konuşlandırdı...
Yaygın sıradanlaşmış, “veri hırsızlığı, sahte diplomalar (hoş değilmiş ama kazanç helalmiş), sahte imzalar” eşit (etnik) vatandaşlık topolojisi gibi çürüme semptomları üzerinde düşünürken aklıma eski bir yazımın başlığı geldi: “Hazırlıksız yakalanacağız”.
Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar...