Münih’te İki Proje

05 Şubat 2014 Çarşamba

Her yıl, Davos zirvesinden yaklaşık bir ay sonra, Münih Güvenlik Konferansı (MGK) toplanır. Bu yıl, 50. yılına giren MGK’de Batı ülkelerinin, savunma, dışişleri bakanlarından, uzmanlarından, savunma şirketlerinin, bankaların, düşünce kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan yaklaşık 400 kişilik bir topluluk, Batı merkezli dünyanın yönetişim sorunlarını ve geleceğini tartıştı.
ABD, ilk kez bu yıl hem savunma, hem dışişleri bakanlarıyla katıldı. Alman Devlet Başkanı Gauck’ın, yeni Savunma Bakanı Leyen’ın, Alman devletinde, yeni bir savunma doktrininin şekillenmekte olduğunu düşündüren konuşmaları, bu yıl MGK’nin önemini daha da artırdı.
ABD’li, Alman konuşmacıların sunumlarında yaptıkları vurgular, gelecek yıllarda birbiriyle yakından ilgili iki konuya özellikle dikkat etmemiz gerektiğini gösteriyor. Birincisi, karşımızda iki farklı proje var. Bunlar birbirlerini destekleme olasılığı kadar, çelişme hatta çatışma olasılıklarını da barındırıyorlar. İkinci konu da Çin’in yükselmeye devam ederken Japonya ile arasındaki gerginliklerin gündeme getirmeye başladığı bir savaş olasılığı ve Batı’nın bu süreci öngörerek gereken önleyici adımları atıp atamayacağı ile ilgili.

‘Ağrılık merkezi’
ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve Savunma Bakanı Hagel, konuşmalarında, ABD ile Avrupa’nın karşısındaki tehditlerin ortak ve küresel olduğunu vurguladılar. Bu vurgunun Çin’in yanı sıra Rusya’yı da kapsadığı, Ukrayna konusunda Kerry’nin, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un uyarılarını bir kenara iterek “AB’nin demokratik geleceğini Ukrayna’da yaşanmakta olanlara bağlamasından” da anlaşılıyordu.
Buna karşılık, Kerry ve Hagel’in konuşmalarında bir “Transatlantik Rönesansı”ndan söz etmelerinden, MGK etrafında yaşanan kimi tartışmalardan anladığım kadarıyla, esas sorun, Çin’in yükselişinin yarattığı bölgesel, küresel etkilerin sınırlandırılması etrafında şekilleniyor. Bu bağlamda Amerika’nın Avrupa ile birlikte, yanına Japonya’yı da alarak, Çin’i Batı merkezli dünya ekonomisinin, siyasi modelinin kurallarını benimsemeye zorlayacak bir “ağırlık merkezi” oluşturma projesinden söz edilebilir.
Bu projenin gerçekleşebilmesi için, Avrupa’nın, ekonomik, siyasi olarak ABD’nin yanında olacak duruma gelmesi gerekiyor. Transatlantik ticaret anlaşması süreci, NATO platformu bu konuda yardımcı araçlar. Ancak AB’nin kendi içinde bir ekonomik siyasi uyum kurması, diğer bir deyişle devletler arası ilişkilerinde hegemonya sorununun çözülebilmesi gerekiyor.
Mali kriz, bu konuda en güçlü adayın Almanya olduğunu ortaya koymuştu. Almanya, kriz başladığından bu yana en önemli mali yardım kaynağı, karar verici olarak AB ekonomisini şekillendirmeye devam ediyor. Bu da bizi ikinci projeye getiriyor.
Almanya’dan Başkan Gauck, Savunma Bakanı Leyen (HD), Dışişleri Bakanı Steinmeier (SD) konuşmalarında, bir taraftan, farklı vurgularla da olsa ABD’nin “Transatlantik Rönesansı”, “ağırlık merkezi” projesine uzak olmadıklarını, diğer taraftan, Almanya’nın, “tarihin yükünün” altında kendi kendini sınırlayan, savunma ve dış politika geleneğinden uzaklaşarak, artık farklı bir yöne gitmeye kararlı olduklarını da ortaya koyuyordu.
Başkan Gauck, “Ulusumuzun tarihinde hiç bu kadar iyi bir dönem olmamıştı... Becerilerimize, kendimize güvenmemiz gerekir” dedikten sonra, Almanya’nın tarihin yükünden kurtularak, ordusunun etkinliklerini “Avrupa’nın kararsızlıklarının ötesine geçirerek”... “açık dünya düzenine yönelik hızlı ve dramatik biçimde gelişen tehditlerle yüzleşmesi gerektiğini” vurguladı. Steinmeier, “şiddetli çatışmaların Avrupa sınırlarına yakınlaşmakta olduğuna”, Ukrayna sorununa işaret etti, Almanya’nın “dünya politikası üzerine yorum yapmakla yetinemeyecek kadar büyük olduğunu” vurguladı.
Leyen “Görevde olduğum şu kısa sürede, hep kendi güçlerimize bakarak çok zaman kaybettiğimizi düşündüm, aksine Avrupa’daki tüm güçlere birden bakmamız gerekiyor... Birlikte davranmamız gerekiyor” sözleriyle Almanya’nın projesini dile getirirken, daha çok ABD’de dincimuhafazakâr çevrelerde ilgi gören bir komplo teorisine de yeni malzemeler sunduğu söylenebilir: Almanya Avrupa’yı zorla “bütünleştiremeyeceğini” gördü. Almanya önce ekonomik imparatorluğunu kuruyor. Sonra da “uygun bir anda hızla imparatorluğun askeri boyutunu tamamlayacak”. Komplo teorisi işte...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları