‘Rejimin Adı Ne?’

19 Şubat 2014 Çarşamba

Önceleri demokratikleşmekte olduğumuzu düşünen kimi yazarlar şu sırada “Rejimin adı ne” diye soruyorlar. Belli ki “demokratikleşme” söylemi artık bitti, şimdi ne diyeceklerini pek bilemiyorlar.
Bu sanıldığı gibi akademik bir soru da değil; yaşadığımız toplumun yapısı üzerine sorulabilecek en politik sorudur. Çünkü bu sorunun cevabı doğrudan siyasi iktidara, adalete ilişkindir. Dahası bu, salt gözlemlere dayanılarak, hele olmayana ergi metoduyla cevaplandırılabilecek bir soru da değildir...
İktidara, adalete ilişkin en politik soru deyince de Aristotales’i anımsayarak başlamanın yararlı olabileceğini düşünüyorum. Aristotales’e göre insanlar hayvanlardan farklı olarak politiktirler, çünkü adalete ilişkin konuları, sorunları dile getirmelerine olanak sağlayan konuşma yetisine sahiptirler. Hayvanlar yalnızca acıyı ve hazzı ifade eden sesler çıkarırlar.
Politikaya toplumda sesleri anlamlı kabul edilen insanlar katılır. Sesleri, düşünceleri anlamlı bulunmayan insanlar (köleler, bazen yoksullar, işçiler, dini etnik azınlıklar, kadınlar...) dışlanır, yönetime katılamazlar. Sözleri anlamlı kabul edilenlerle edilmeyenler arasındaki çizgi politika alanının, özgürlüklerin sınırını belirler. Rejimin adına ilişkin soru da bu sınırın korunmasına ya da değiştirilmesine ilişkin olacaktır: Bu politik bir sorudur.
AKP hükümeti on yıldır bu çizgiyle oynuyor, konuşulabilecek olanın sınırını, siyasal İslam için genişletirken geri kalan herkes için daraltmaya böylece eleştirel sesleri anlamsızlaştırmaya çabalıyor.

Çok karmaşık, esnek bir devlet
Kapitalist devlet çok karmaşık, esnek bir yapıdır. Bu devlet, ekonomik iktidar (servet) sahiplerinin, toplumda yükselecek öfkelere açık hedef olmaktan, kendi adlarına yönetenlerin arkasına gizlenerek kaçınmalarına olanak verir. İkincisi, bir kesimin çıkarlarını, bir ulusa, dine, ırka atıfla sürekli genel çıkar olarak sunan bir entelijensiyaya devletin içinde, çevresinde yaşam alanı açar. Üçüncüsü egemen sınıf kendisi doğrudan yönetmediği için, kapitalist devlet, yönetenleri denetleyecek göreli bağımsız kurumlar (güçler ayrılığı), hatta iktidar noktaları içerir. Dördüncüsü, kapitalist devlet toplumdaki karmaşık sınıflar matrisine uygun olarak çeşitli temsil noktalarını, güç odaklarını, dolayısıyla bu noktalar, odaklar arasında pazarlık, uzlaşma olanaklarını içerir, toplumda bir bütünsellik/mükemmellik algısı yaratır. Bu özellikleriyle kapitalist devlet karşımıza, kendini bütünsel olarak göstermeyen bir “yüce nesne” olarak çıkar.
Burada, “mükemmel” liberal demokratik devlet biçimini betimlemekte olduğumun farkındayım. Ama bugünkü rejimin adını koymak için bu betimlemedeki ölçütlere gereksinim var. Yukarda betimlediğim karmaşıklık veri olarak kalmak koşuluyla, bu karmaşıklığın bileşenlerinin arasındaki göreli etkinlik ilişkisi/skalası değiştikçe “rejimin adı ne” sorusu da gündeme gelir. Yukarıda saydığım dört özellikten biri veya birkaçı ortadan kalkıyorsa, devletin biçiminin değişmekte olduğunu düşünmeye başlayabiliriz.
AKP döneminde konuşulabilenin sınırlarının değişmekte olmasının yanı sıra yargının, polisin, hükümetin, Başbakanlık makamının “bir”leştirilmeye, devletin parçalı, farklı seslere, çıkarlara yansıma olanağı veren ağ yapısının parçalanarak dikey, sınırları kolayca görülebilen bir mekanizmaya (sopaya-kazanç aracına) dönüştürülmekte olduğunu söyleyebiliriz. “seçilmişler mi, atanmışlar mı” ikilemi bu “bir”leştirme projesinin liderini, kadrosunu, içerdiği sınıf çıkarını denetimden kurtarma niyetinin ideolojik ifadesidir.
Gerçekten de Başbakan medyaya doğrudan müdahale ettiği ortaya çıkınca “ne olmuş” gibisinden bir cevap veriyor. Bu cevap onun iradesinin hükümetin, devletin dışına taşarak tüm toplumu kapsadığını, liderin devleti ve toplumu kucakladığını düşündüğünü gösteriyor. Gelişen söylem ve yeni yasalar, bu “bir”leşmeyi normalleştiren bir anlayışın yerleşmesine tanıklık ediyor.
Bunları bir araya koyduğumuzda rejim sorununun çok ötesine geçilmekte, kapitalist devletin olağan karmaşıklığının, esnekliğinin ortadan kaldırılmakta liderde simgelenen organik ve totaliter bir biçimin şekillenmekte olduğu söylenebilir. Bundan daha politik bir sorun olabilir mi? Yerel ve arkasından gelecek genel seçimlere her şeyden önce bu kaygıyla bakmak gerekmez mi?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024
Odadaki filler 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları