Çiğdem Toker

Son hutbeye baksaydınız

11 Ocak 2016 Pazartesi

Halbuki, “Edep ve Hayâ” başlıklı cuma hutbesi metni ibretlikmiş.
Tesadüf bu ya, “çocuk ve kadın istismarı” konusuna yer ayırıyor; makul her insanın kabul edeceği vicdani bir analizin ardından, özeleştiri öneriyormuş.
Diyanet’in sitesindeki 8 Ocak 2016 tarihli son hutbe metninden söz ediyorum.
Denmiş ki mesela:
“Çocuklar istismar malzemesi hâline getirilmekte; kadınlar, cinsel meta olarak görülmektedir. Dün, harama karşı edeple öne eğilen başlar, hürmetle çevrilen gözler bugün sınır tanımaz bir biçimde harama yönelebilmektedir.”

***

“Neymiş bu istismar ve haramın temeli?” diye merak edenler için, cevap da var aynı hutbede:
“Bütün bunların temelinde erdem ve ahlak üzerine bina edilmeyen bir hayat anlayışının var olduğu aşikârdır.”
Kim itiraz edebilir.
“Edep ve hayâ yoksunluğu, insanın değer bakımından yoksullaşmasının bir ifadesidir.”
Katılmamak mümkün mü?
Hele, “geliniz, edep ve hayânın eşsiz bir hazine olduğunu bir kez daha hatırlayalım” denildikten sonra verilen şu tavsiyeyi kim örnek almaz?
“İşe önce kendi ayıplarımızı görüp düzeltmekle başlayalım. Zamanın ve mekânın hakkımızda şahitlik yapacağı hesap günü gelmeden önce kendimizi hesaba çekelim.

***

Bir gün önce, ülkedeki bütün Müslümanlara “işe önce kendi ayıplarımızı görüp düzeltmekle başlayalım” diyen Diyanet’in, söz konusu kendisi olduğunda, o korkunç “ayıbını” düzeltmek yerine, topyekûn taarruza geçmesinde şaşıracak bir şey yok aslında.
Diyanet, hücrelerine kadar “dünyevi” bir kurumdur zira. Her yıl artan ödeneğiyle, son olarak 13 bakanlığın bütçesini geride bırakan dünyevi bir “devlet” kurumunun “özeleştiri” yapması ise eleştirel aklı harekete geçirmesi anlamına gelir.
Eleştirel aklın gereğini yapmak da geriye dönük bütün korkunç hataların sorgulanması anlamına.
7 Haziran seçimlerinde Almanya’da mükerrer oy kullanırken yakalanan görevlisi hakkında işlem yapmayan; “yatılı” izninin yasaya aykırı olarak “sözlü” verildiği sonra ortaya çıkan Diyarbakır Kulp’ta 6 öğrencinin yanarak can verdiği yatılı Kuran Kursu’nun bağlı olduğu bir kurumdan söz ediyoruz.
Bütçe dışı gelir kaynaklarını, harcamalarını, Diyanet Vakfı’nın hesaplarını kamuoyuyla paylaşmayan; bütçesinin basında eleştirilmesini, başkan Mehmet Görmez’in “Kimsenin haddi değildir” diye karşıladığı bir kurumdan söz ediyoruz.
Kimi vatandaşın vergisi, kimi hayırhasenet, bağışlardan oluşan hesaplarının tamamını denetime açmaktan -kim bilir hangi nedenlerle- kaçınan bir kurumun;
“Bu fetva vahim bir hataydı. Ayıptı. Çocukları istismar malzemesi haline getiren bir anlayışı da o anlayışın yansıdığı metni de kabul etmemiz mümkün değildir” demek yerine; işi paralele, sabotaja, siber saldırıya, itibar suikastına bağlaması, tam da aynı nedenle, bu “yapı”dan beklenen bir davranış refleksidir.
Hesap vermek yerine mağduriyet edebiyatına başvurmak, özeleştiri yapmak yerine üste çıkıp eleştireni suçlamak, bu iktidarın baskın bir karakteristiği.
Ne diyor 8 Ocak tarihli son cuma hutbesi:
“İnsanlık, nicelerinin ar damarlarının çatlayışını üzüntü ve ibretle izlemektedir.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları