‘Kuzey’de bekleyen tehlike
Olaylar Ve Görüşler
Son Köşe Yazıları

‘Kuzey’de bekleyen tehlike

15.10.2016 09:37
Güncellenme:
Takip Et:

Erdoğan ve Putin, Mabeyn Köşkü’nde dostluk pozları verdi ama o sadece görüntü. Rusların taktiği iki müttefik arasında mümkün olduğu kadar çok çatlak çıkarmaya çalışmak, böylece Amerikan desteği olmayan Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’daki ihtiraslarını dizginlerken ABD’yi mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmak.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i hiç kimse bu kadar öfkeli görmemişti, diplomatik dili bırakmış, “bıçkın delikanlı” edasıyla sokak kavgasındaki gibi ağzına geleni söylüyor, “Bizi sırtımızdan vurdular, Türkiye artık düşmanımız...” diyordu. Tarih 24 Kasım 2015’ti, yani Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle SU-24 tipi Rus savaş uçağını düşürdüğü gün.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Putin, Mabeyn Köşkü’nde fotoğrafçılara “sıkı dostlar” görüntüleri veriyor, gülüyor, şakalaşıyordu. Tarih 10 Ekim 2016’ıydı, yani iki ülkenin Türk Akımı Doğalgaz Projesi’ni imzaladığı gün.

11 ayda nereden nereye…
Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılıyla 24 Kasım 2015 arasında geçen süreçte Suriye meselesini dış politikasında “1 numara”ya oturtan Türkiye’nin en büyük yanlışı Rusya’yı, olanaklarını, yapabileceklerini kestirememek, hatta küçümsemek oldu. Ankara, hem İsmet İnönü’ye atfedilen “büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmeye benzer” sözünü hem de Rusların “pire için yorgan yakan” karakterini unuttu. İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 520 yıl geriye gitmesine, bu sürecin 69 yılının savaşlarla geçmesine rağmen, yani iki halkın birbirlerini çok iyi tanıması gerekirken yapılan ve bedeli çok ağır olan stratejik bir “unutkanlık”.
Rusların öfkesinin bir bölümü gerçek, bir bölümü ise içerideki ve dışarıdaki tribünlere oynamaya yönelik şovdu. “Soğuk Savaş” yıllarından bu yana ilk kez bir Rus savaş uçağı bir NATO üyesi tarafından, hem de Rusya’nın “küçümsediği”, “kendisinden aşağı gördüğü” bir ülke tarafından düşürülmüştü. Türkler bedelini ödemeli, hadleri bildirilmeli ve elbette “saçının teline dokunulunca” Rusların neler yapabileceği dosta düşmana gösterilmeliydi! Öyle de oldu...

Suç ve ceza
Çoğu gözlemci, altı saniyelik hava ihlalinin bedelini yaklaşık 15 milyar dolarlık ekonomik kayıpla ödeyen Türkiye’nin çoktan “pişman” olmasına rağmen Rusların “uçak kavgası”nı ve Ankara’yı “cezalandırma” taktiğini uzun süre devam ettireceğini düşünüyordu.
Ama öyle olmadı...
Putin’in yarısı sahte öfkesi bir mayıs günü Atina ziyareti sırasında aniden sönüverdi, “Aslında biz de Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz” deyiverdi. Bu, krizi aşmak için aracılar arayan Türkiye’nin beklediği “can simidi”ydi, diplomasi devreye girdi, haziran ayında Erdoğan’dan Putin’e bir mektup gitti. İki ülkede kamuoyu mektubu, “Türkler uçak için özür diledi” diye algılasa da, aslında mektupta sadece düşen uçakta ölen Rus pilotlar için özür vardı. Yani Moskova’nın barışmak için en önemli koşulu aslında yerine getirilmemişti.
Bu gerçeğe, daha birkaç ay öncesine kadar “Erdoğan gitmeden ilişkiler düzelmez” demesine, hatta Türkiye’yi IŞİD’le işbirliği yapmakla suçlamasına rağmen Putin hiç “nazlanmadı”, 9 Ağustos’ta iki lider yeniden sarmaş dolaş oldu!
Ve böylece, krizi başından beri yakından izleyenlerin anlam vermekte zorlandığı bir tablo ortaya çıktı: Türkiye ve Erdoğan için ağzına geleni söyleyen, öfkesi hiç dinmeyecekmiş izlenimi veren Putin beklenmedik şekilde yumuşadı.

Ruslar hiç unutmaz!
Ama bu görüntü yanıltıcı. Çünkü Putin’in öfkesinde hiçbir değişiklik olmadı, Rusya lideri SU- 24’ün düşürülmesini hâlâ unutmadı, Türkiye’yi bağışlamadı, büyük olasılıkla bu olayın “intikamı”nı almadan da hiçbir zaman içi soğumayacak.
Peki, o zaman değişen ne? Deneyimli Rusya diplomasisinin en önemli özelliklerinden biri, dış politikada ortaya çıkan fırsatları öngörebilme ve hantal Rus devletinden beklenmeyecek hızlı ve çevik manevralarla değerlendirebilme yeteneği. Rus diplomasisi değişen koşullara uyum sağlayabiliyor, tepki verebiliyor, gerekirse hemen pozisyon değiştirebiliyor. Bu konudaki son ve çarpıcı örnek, Rusya’nın Suriye’de ortaya çıkan boşluğu görerek aniden askeri müdahalede bulunması.
“Uçak krizi” de işte böyle “tatlıya bağlandı”.
Saldırıyı unutmayan ve Türkiye’yi “cezalandırma” taktiğini uzun süre devam ettirmeyi planlayan Rusya, Ankara’nın uluslararası alanda yalpaladığını, ABD başta Batılı ülkelerle arasının gerilmeye başladığını çabuk fark etti ve yeni duruma uygun pozisyon aldı.

Rusya’nın bölgesel ve küresel hedefleri
Peki, o zaman, Rusya dış politikada ne istiyor ve Kremlin stratejistlerinin Türkiye’ye biçtiği rol ne? Çarlık ve Sovyet imparatorluklarının mirasçısı olan Rusya’nın bölgesel ve küresel hedefleri var. Her ne kadar kendisini öyle göstermeye çalışsa ve dış politikadaki son başarılı hamleleriyle uluslararası alanda puan toplasa da Rusya’yı “süper güç” olarak tanımlamak zor. Nükleer silahlar dışında ne askeri, ne ekonomik, ne teknolojik ne de kültürel alanda ABD ile baş edebilecek durumda olan Rusya, dış politikadaki ani fırsatları değerlendirerek, ittifaklar kurarak ya da Batılı ülkeler arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanarak yolunu açmaya çalışıyor.
Rusya için Türkiye, tümüyle “karşı taraf”a itilmemesi ama aynı zamanda çok yakında tutulmaması gereken bölgesel bir rakip. Yani, ABD’nin Türkiye ile çok yakın ilişki içinde bulunması, Rusya’nın bölgedeki çıkarlarının otomatikman zarar görmesi anlamına geliyor. Çünkü bu durumda Rusya’nın hem bölgesel rakibi Türkiye hem de küresel rakibi ABD ile aynı anda mücadele etmesi gerekiyor. Rusların taktiği iki müttefik arasında mümkün olduğu kadar çok çatlak çıkarmaya çalışmak, böylece Amerikan desteği olmayan Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’daki ihtiraslarını dizginlerken ABD’yi mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmak.

İki cephede savaş
Keskin gözlerden kaçmamıştır, iki ülke arasında “balayı” yıllarının yaşandığı zamanlarda bile Rusya işbirliğini ekonomi ve enerjiyle sınırlı tutmaya özen gösterdi, bu yolla Türkiye’yi yakınında tutarak kontrol etmeye, siyasi olarak yönlendirmeye çalıştı. Moskova’nın uçak olayına olağanüstü sert tepki göstermesinin -hatta belki de provoke etmesinin- nedeni, Suriye sorunu özelinde bu taktiğin başarılı olamamasıydı.
Ama şimdi Rusya yeniden aynı politikaya, yani Türkiye’yi yanına çekerek ABD’nin bölgedeki etkinliğini kırma taktiğine dönüyor. Çünkü dengeler değişti: Batı ilişkilerinde derin çatlaklar oluşan Türkiye zorunlu olarak yüzünü kuzeye çevirmeye başlamış görünüyor. Oysa, geçmişten farklı olarak, “uçak inatlaşması”ndan psikolojik üstünlükle çıkan, kriz döneminde Suriye’yi Türkiye’ye “kapatan” Rusya, şimdi kozları ele geçirmiş vaziyette. Artık Ankara’nın karşısında, zor duruma düşmüş görünen rakibini ellerini ovuşturarak bekleyen bir Moskova var.
Bu tabloya bakınca, Rusya’nın avantajlı konumunu yitirmemek için 15 Temmuz darbe girişimi konusunda Ankara’yı önceden uyardığı iddialarının doğru olabileceği anlaşılıyor.
Tarih boyunca bölgenin liderliği için mücadele veren iki ülkenin “stratejik ortak” olabilmesi son derece zor. Zaten Rusya “kendinden” görmediği Türkiye’ye “evi”nin kapılarını açmaya hiç niyetli değil, Avrasya Gümrük Birliği ve Şangay İşbirliği Örgütü üyeliği Ankara için uzak hedefler.
Kısacası, Türkiye’nin yağmurdan kaçarken doluya tutulma tehlikesi var.  

CENK BAŞLAMIŞ
Gazeteci

Yazarın Son Yazıları

Tek Çin ilkesi - Wei Xiaodong

Türkiye’de Çin’in Tayvan bölgesi yaygın olarak bilinse de bu bölgeye ilişkin tarihi ve siyasi bilgiler genellikle sınırlı kalmaktadır.

Devamını Oku
05.12.2025
İktidarın eğitimdeki U dönüşleri - Nazım Mutlu

Siyasal yaşamının toplamı çeyrek yüzyılı bulan iktidar partisinin kısa tarihi, sayısız U dönüşleriyle doludur.

Devamını Oku
03.12.2025
Cumhuriyete sahip çıkma konuşması: Atatürk’ün ‘Bursa Nutku’ - Hamdi Yaver Aktan

Mustafa Kemal Paşa, 3 Şubat 1933 akşamı İzmir Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki olayı öğrenir.

Devamını Oku
03.12.2025
Demokraside seçilenler özgür olmalı - Hüseyin Mert

Demokrasi; çağdaş yaşamın, mutluluğun, ekonomik kalkınmanın ve her türlü gelişmenin önkoşulu, altyapısı ve temelidir.

Devamını Oku
03.12.2025
Tekke ve zaviyelerin kapatılması - Doç. Dr. Hüner Tuncer

Tekkeler ve zaviyeler, İslamdaki tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleridir.

Devamını Oku
02.12.2025
Suyun akışını sürdürmek - Dr. Anıl Yıldırım Poyraz

“Su ateşe galiptir ancak bir kaba girerse ateş onu kaynatıp yok eder.” - Mevlana

Devamını Oku
02.12.2025
21.yüzyılda Türkiye’de sosyal demokrasi - Halil Sarıgöz

Sosyal demokrat partilerin tarihsel serüvenine baktığımızda, parti programlarının yalnızca birer teknik metin değil; toplumun yönünü, siyasal aklın niteliğini ve iktidar imgelemini belirleyen kurucu belgeler olduğunu görürüz.

Devamını Oku
01.12.2025
Gıda güvenliği sistemimiz alarm veriyor - Adnan Serpen

Gıda yaşam için olmazsa olmazdır ancak kirlenirse hastalığa, hatta ölüme bile neden olabilmektedir.

Devamını Oku
01.12.2025
Buğra Gökce, Silivri'den Cumhuriyet'e yazdı

Otuz altıncı pazar...

Devamını Oku
29.11.2025
İhanetin adı barış olamaz… - Erol Ertuğrul

Güzel yurdumuzda 23 yıldır uygulanan politikalarla, üniter devlet yapımıza ve Cumhuriyetimizin kuruluş anlayışına uymayan görüşler seslerini yükseltmeye başladı.

Devamını Oku
29.11.2025
İddianame hukukla bağlı mı? - Doğan Erkan

İmamoğlu iddianamesi başından beri hukuk dili yerine tercih edilen siyasal retoriğiyle, delil boşluğuyla, rivayet anlatımlarıyla tartışılıyor.

Devamını Oku
28.11.2025
İmralı ziyareti ve TBMM - Hüseyin Özkahraman

Türkiye’de “Kürt meselesi”, etnik kimlik tartışmalarını aşan; devlet-toplum ilişkilerini, siyasal katılım biçimlerini, demokratikleşme dinamiklerini ve meşruiyet tartışmalarını doğrudan etkileyen çok katmanlı bir olgudur.

Devamını Oku
28.11.2025
Seçimin sakatlanması - Cihangir Dumanlı

Anayasamızın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir devlettir.

Devamını Oku
27.11.2025
Kurucu felsefeye dönüş - Mehmet Tomanbay

Son açıklanan TÜİK verileri enflasyon, işsizlik ve derinleşen yoksulluğun gittikçe büyüyen sorunlar olduğunu göstermektedir.

Devamını Oku
27.11.2025
Düzensiz dünya nereye gidiyor? - Nejat Eslen

Yeni bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreği yakında bitecek.

Devamını Oku
26.11.2025
İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

İmralı vesilesiyle CHP dövmek - Esat Aydın

Devamını Oku
26.11.2025
Eğitim sürecinde öğretme ve öğrenme - Cihat Karaali

Geçmişte eğitimciler yalnızca öğretmen değillerdi.

Devamını Oku
26.11.2025
Radbruch formülü ve Türkiye bağlamı - Başar Yaltı

Daha önce bu sütunlarda yayımlanan “Adaletsizliği Görmek” (Cumhuriyet, 07.11.2025) başlıklı yazımızda; adalete giden yolun adaletsizliği görmekten geçtiğini, bir hukuk düzeninde karar veren konumundaki tüm görevliler ile hukuk normlarını uygulayan tüm yetkililerin adaletsizliği görmek, önlemek ve adaleti yerine getirmekle görevli olduklarını, adaletsizliği görme yetisine sahip olmayanların yargıç ve savcı yapılmaması gerektiğini belirtmiştik.

Devamını Oku
25.11.2025
Türkiye Araf’ta - Gani Işık

Şimdilerde Türkiye’ye bir hal oldu; Cumhur İttifakı, İmralı ile hemhal oldu.

Devamını Oku
25.11.2025
Öğretmenim, canım benim! - Duran Güldemir

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün anlamını ve önemini anlatmak için söylenecek çok söz var elbette ancak Ceyhun Atuf Kansu’nun “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirinin bu dizeleri sanki bir başka söze gerek yoktur der gibi derin bir duygusallık içine sürüklemektedir bizi.

Devamını Oku
24.11.2025
Uçak kazasının düşündürdükleri... - Cumhur Utku

Geçen hafta Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen askeri uçağımızla ilgili bir tanımı düzeltelim

Devamını Oku
22.11.2025
‘Ot otlayanlar’dan bugüne - A. Celal Binzet

Günümüzün yakıcı sorunlarından birisi olan vergi, bozuk sistemin ana nedenlerinin başında geliyor.

Devamını Oku
21.11.2025
Bir döneğin anatomisi - Çiğdem Bayraktar Ör

Dün söylediğini bugün unutuyor; hayır, unutmuyor; “Dün söylediğini yutuyor”!

Devamını Oku
21.11.2025
Türkiye’de şap hastalığı neden hâlâ bitmiyor? - Gülay Ertürk

Türkiye’de hayvancılığın en büyük sorunlarından biri, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ kontrol altına alınamayan şap hastalığıdır.

Devamını Oku
21.11.2025
Dünya Çocuk Hakları Günü - Recep Nas

Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme, 20 Kasım 1989 günü Birleşmiş Milletler’ce kabul edilmiş, 2 Eylül 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Devamını Oku
20.11.2025
CHP'nin iktidar kurultayı - Ziya Yergök

Türkiye’nin kurucu ve birinci partisi, iktidarın en güçlü adayı CHP, 28- 30 Kasım tarihlerinde 39. olağan kurultayını yapacak.

Devamını Oku
20.11.2025
Güvenlik kültürü üzerine - Gazi Zorer

Ülkemizin büyük kısmı aktif deprem kuşağında ve sıklıkla depremi yaşıyoruz ama esaslı bir deprem master planımız yok.

Devamını Oku
19.11.2025
Kemalizm karşıtlığının maskesi - Tunay Şendal

Türkiye, 10 Kasım’ın manevi ağırlığı altında, Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına yönelik tartışmaların bir kez daha alevlendiği bir kırılma anına tanık olmuştur.

Devamını Oku
19.11.2025
Gözden gönüle akan bir aydın - Mücteba Binici

Veteriner hekim Nihat Köse ile ilk karşılaşmamız, 1988 yılının ağustos ayında Samsun Sahra Sıhhıye Askeri Okulu’nda başladı.

Devamını Oku
19.11.2025
İhanet ve gerçekler - Doğu Silahçıoğlu

1914-1918 Birinci Paylaşım Savaşı’nda İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan işgaline uğrayan Anadolu; Mustafa Kemal önderliğinde başlatılan Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı döneminde, ardında yayılmacı sömürgecilerin ve Saray’ın durduğu ihanet dolu bir sürece sahne oldu.

Devamını Oku
18.11.2025
Kavramların sosyal yaşamdaki etkisi - İsmail Doğan

İnsanlık bir arada yaşamaya başladığı andan itibaren sosyalleşme doğal bir gereksinim olarak ortaya çıkmıştır.

Devamını Oku
18.11.2025
Masumiyet karinesi - Suna Türkoğlu

Hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarından biri olan “masumiyet karinesi” veya “suçsuzluk karinesi”, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmü ile pozitif hukukta da yer almaktadır.

Devamını Oku
17.11.2025
Çalışma yasalarında değişim gerekli mi? - Dr. Engin Ünsal

Yasalar da canlılar gibi zamanla yaşlanır ve işlevini yapamaz duruma gelir.

Devamını Oku
17.11.2025
KKTC 42 yaşında! - İhsan Tayhani

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 15 Kasım 1983’te dünyaya gelenler, şimdi 42 yaşındalar ve onlar, anne ve babalarından farklı olarak özgürlüklerinin güvencesi olan bir Cumhuriyetin kucağına doğdular.

Devamını Oku
15.11.2025
Erken yaşta okur yetiştirmek - Prof. Dr. Sedat Sever

Edebiyat yapıtları, Montaigne’in belirlemesiyle, “Bizim kendimizin dışına, ötemize gitmemize” kılavuz olan estetik birer uyarandır.

Devamını Oku
13.11.2025
Sosyalizm ve cumhuriyet - Kaan Eroğuz

Neoliberal küreselleşmenin 40 yılı aşkın sürede yarattığı tahribat...

Devamını Oku
13.11.2025
Hukuk devleti mi, yargı devleti mi? - Av. Erol Türk

Hukuk devleti herkesin, devleti yönetenlerin de hukuka bağlı olduğu, hukukun üstünlüğünü ve temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan devlettir.

Devamını Oku
12.11.2025
Ankara Hukuk Fakültesi 100 yaşında - Av. Ahmet AKGÜL

5 Kasım 1925 tarihinde, ilk TBMM binasının toplantı salonunda yapılan törende Ankara’da leyli (yatılı) – nehari (gündüzlü) bir hukuk mektebi açılmıştı.

Devamını Oku
12.11.2025
Onlar daha çocuktu… - Şükrü KARAMAN

Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde merdiven altı parfümeri imalathanesinde meydana gelen patlamada üçü çocuk altı emekçi...

Devamını Oku
12.11.2025
Efsanevi bir dönemin sonu - Doç. Dr. Hüner Tuncer

10 Kasım 1938 tarihi, tarihte hiç kuşkusuz bir dönüm noktasıdır! Bu tarihle birlikte Türkiye’de efsanevî bir dönem sona ermiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren gözlerini her gün yeni bir masala, gerçekleşmesi olanaksız gibi görünen yeni bir düşe açan Türk ulusu, bundan böyle hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının ayırdına varmaya başlayacaktır.

Devamını Oku
11.11.2025