Bugünlerde birbiri ardına bazı fotoğraflar basına yansımaya başladı. Bir tanesi ilginç. İmralı adasına Öcalan’la görüşmeye giden DEM Partili Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, Adnan Menderes’in mezarını ziyaret ederek fotoğraf çektirmiş ve medyaya yaymışlar.
Ben hayatım boyunca idam cezasına karşı oldum. Bu yazının en başında bunu bir kere daha vurgulamak isterim.
Tuhaf olan şu. DEM’liler Menderes’e saygı sunmak istiyorlarsa, İstanbul Topkapı Mezarlığı’nın içindeki anıt mezarı ziyaret edebilirlerdi, ta İmralı’ya kadar gitmelerine gerek yoktu. Çünkü Menderes’le birlikte Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın naaşları, 17 Eylül 1990’da dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da katıldığı bir törenle, İmralı’dan Topkapı’daki anıt mezara nakledildi. Dolayısıyla boş mezarı ziyaret etmişler ama belli ki amaç “Öcalan açılımı” sırasında Cumhur İttifakı’na sempatik görünmek.
Nitekim daha önceki çözüm süreci sırasında Zaman gazetesine verdiği bir röportajda, “Bediüzzaman, bir aydın, bir öncü olarak kabul edilebilir” diyen Önder, bu kez kürsüden bir zamanlar idam ipi fırlatan Bahçeli için “Çok asil birisidir” dedi!
TOPRAK AĞALARININ SÖMÜRÜSÜNE SES ÇIKARMAYANLAR
Aslında konunun altını çizmek istediğim asıl yönü, Menderes ve arkadaşlarının TBMM’de öne çıktıkları ilk muhalefeti Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı yapmış olmaları. İnönü, “Toprak Reformu” olarak bilinen yasayla toprak ağalarına ait arazilerin bir bölümünü ekip işletsinler diye topraksız köylülere vermek istediği için Menderes ve arkadaşları CHP’den ayrılıp Demokrat Parti’yi (DP) kurdu. Çünkü Toprak Reformu’na karşı çıkanların çoğu, Menderes başta olmak üzere kendileri toprak ağasıydı!
Bugün tüm ülkedeki sorunun ve kuşkusuz doğudaki sorunun bir sınıf sorunu olduğunu görmezden gelenlerin, feodal kültürün ağalık, şeyhlik gibi unvanlarını sorgulamayıp halkı “maraba” diye sömürenlerin ve aşiret düzenini alaşağı etmek için çaba göstermeyenlerin, Özal ve Erdoğan’ın izinden giderek Menderes’i saygıyla anması rastlantı değildir.
Türkiye’nin yoksul kalmasında ve geniş yoksul kesimin çoğunluğunun Kürt olmasında, Menderes’in başını çektiği zihniyetin büyük payı var. Aynı gerici zihniyetin Türkiye’nin NATO’ya girmesi, Halkevlerinin ve Köy Enstitülerinin tamamen kapatılması gibi, bu ülkeye verdiği zararın boyutları çok büyüktür.
‘MİLLİ İRADE’ DİYEREK DİKTATÖRLÜK KURANLAR
Demokrat Parti, “demokrasi ve daha çok özgürlük” vaadi ile iktidara geldi ancak Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunda gerçekleştirdiği Dil Devrimi’ne, eğitim reformuna karşı çıktı, hem toprak ağalarıyla ve tarikatlarla hem de emperyalizmle kol kola girerek ülkeyi Cumhuriyet öncesine geri götürecek bir diktatörlük kurdu.
Muhalefet ve basının faaliyetlerinin soruşturulması için yalnızca DP milletvekillerinden oluşan Tahkikat Komisyonu’nu kurarak, Komünizmle Mücadele Dernekleri’ni yaygınlaştırarak toplum üzerinde korkunç bir baskı yarattı.
DP, demokrasiyi geliştirmek bir yana, Cumhuriyetle elde edilen kazanımları dincilik ve mezhepçilik yaparak yok etmeyi hedefledi. Aynı AKP gibi “milli irade” kavramını kullanarak sanki artık ülkede halkın iktidarını temsil ettikleri mesajını veriyorlardı. Çünkü arkalarında bir de meşru seçim vardı. Ama kısa sürede görüldü ki dayandıkları taban, ağalar, şeyhler, şıhlar ve tarikatlardı. Hatta buna dayanarak Menderes, milletvekillerine “Siz isterseniz halifeliği bile getirirsiniz” diyerek çoğunluk diktatörlüğüne gidişin kapısını açtı.
DP, temelde Cumhuriyet ve laiklik karşıtlığına dayalı olan geleneksel sağ politika çizgisinde hareket etti ancak birilerince günümüzde “demokrasi kahramanı” gibi gösteriliyor. Açık ki Cumhuriyet için “Yüz yıllık bir yıkım süreci” diyen DEM’lilerin Menderes’le kurduğu bağın kaynağı, aşiretlerin 1923 Cumhuriyetine karşıtlığında bulunabilir.