Aydın Engin

Dersim’de Kayıkçı Dövüşü

30 Kasım 2014 Pazar

23 Kasım’da Başbakan Davutoğlu Dersim’e gitti. Günler öncesinden “reklamı” yapılan bir gezi idi. Başbakan orada “Alevi açılımı” denen ve ne olduğu Alevilerce bile bilinmeyen bir “açılım”ın önadımını atacak ve Dersim halkına müjdeler verecekti. Nitekim bizzat Davutoğlu “Onlara bir de sürprizim olacak” diye ilan etti.
Gitti. Üniversitenin adını Tunceli’den Munzur’a çevirme sözü verdi. Eski kışla binasının müzeye dönüştürüleceğini söyledi.
Başka?
Valla Cumhuriyet’ten kapı yoldaşım Çiğdem Toker’in yerinden aktardığı dolaysız tanıklık bu soruya yalın bir cevap veriyor: Hepsi bundan ibaret!..
Başbakan’ın Dersim gezisini eleştiren MHP önderi Devlet Bahçeli, Davutoğlu’nun Dersim’e gidip özür dileyeceğine ilişkin yanlış bilgiye dayanarak kükredi, “1937- 38’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir” buyurdu.
Davutoğlu geri kalır mı?
Meydan okudu: “O sözü Tunceli’ye gidip, orada tekrarla da görelim bakalım”.
Eh, bu yarışta geri kalmak olmaz…
Ertesi hafta bu kez de Devlet Bahçeli Dersim’in yolunu tuttu. Çevre illerden (Erzincan, Malatya, Elazığ) getirilmiş ülkücü gençlerin desteğinde, biber gazı ve TOMA suyu ile donatılmış polis ekiplerinin eşliğinde kente girdi; içinde Tuncelili olmayan steril bir salonda konuştu ve yarışın düğümlendiği cümleyi bu kez Tunceli’de de yineledi: “1937- 38’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir…”
Böylece yiğitliğini kanıtladı, kentteki yurttaşların tepkisini göğüsleyemeyeceğinden, tıpkı Davutoğlu gibi Cemevi ve belediye ziyaretlerini iptal edip Ankara’ya döndü.
Davutoğlu ve Bahçeli arasındaki “Tunceli’ye gidersin, gidemezsin… O lafı orada söyleyemezsin, söylerim” yarışını Bahçeli -galiba- burun farkıyla kazandı.
Nitekim ertesi gün medya, Bahçeli’nin Dersim gezisinde işte bu noktayı öne çıkardı. Farklı başlık ve içeriklerdeki haberlerin ortak vurgusu şuydu: Bahçeli o sözlerini Tunceli’de de tekrarladı… Ama o sözün içeriği tartışılmadı. “Haydi bakalım, git de o sözü Tunceli’de de tekrarla” diye meydan okuyan Davutoğlu’nun o cümleye ilişkin ne düşündüğü, ne dediği (ya da demediği) kimsenin umurunda olmadı. Keza Bahçeli’nin o sözünü Dersim’de de tekrarlamasında haber değeri bulundu ama o sözün içeriğinin anlamı, doğruluğu yanlışlığı üstüne bir vurguya, bir dikkat çekmeye tanık olmadık…
Şimdi tutsam, ancak çocukların mahalle oyunları, didişmeleri sırasında gülümsenerek karşılanabilecek sidik yarışının, “Dersim gerçeği”nin içi tamamen boşaltılarak, o gerçeğin sözü bile edilmeksizin “De bakalım - Dedim bakalım” yarışına indirgenmesine bakıp “İki siyasetçi Dersim’de sidik yarışına girdiler” desem ağzı bozuk bir gazeteci mi olurum?
Peki, peki, iyi aile çocuğu rolü oynayayım ve iki siyasetçinin yaptıklarına “kayıkçı dövüşü” demekle yetineyim…

***

Bahçeli buyurdu: “1937-38’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir...”
Davutoğlu’nun bu sözlere bir itirazı var mı, yok mu bilmiyoruz. Ağzından bu yönde tek cümlecik bile çıkmadı.
Bu iki siyasetçiyi kendi ayıpları ile baş başa bırakıp soralım: “Diyemezsin - Derim” yarışına yol açan bu cümle gerçeği yansıtıyor mu?
Dersimliler 1937-1938 yıllarında yaşadıkları cankırımı için “Tertele” diyorlar. Ermenilerin 1915 için “Meds Yeghern” terimini kullanmaları gibi, Zazaca “Büyük felaket” anlamında “Tertele”…
Resmi tarihin “Dersim isyanı” üstüne yalana, karartmaya, gölgelemeye bulanmış iddialarını yıllar boyu çok dinledik. O yıllardan ya hiç söz edilmemesi, yokmuş gibi davranılması istendi ya da resmi tarihin iddialarının tekrarlanması. Dersimliler bile o yıllardan ancak sağına soluna baktıktan sonra ürkek bir fısıltı tonunda söz edebiliyorlardı. (O bölgede yedek subay öğretmen olarak yaz tatilinde bile bölgeden ayrılmadan iki uzun yıl geçirdim. Birilerinden duymadım, doğrudan tanık oldum).
Ne var ki son yıllarda “Korkunun ecele faydası yok” diyen Dersimlilerin çıkışları ile yürekli aydınların gerçeği aramaktan vazgeçmemeleri sayesinde cin şişeden çıktı.
Türkiye er ya da geç “1938 Dersim gerçeği” ile yüzleşecek.
Bir Ermeni yetimi iken Atatürk’ün manevi kızı olan, “ilk Türk kadın savaş pilotu” olarak sunulan, Dersim harekâtına savaş pilotu olarak katılan Sabiha Gökçen’in anılarındaki “Bomba yağdırdık. İnsanlardan sonra keçilerin bile üstüne bomba yağdırdık” cümlesinde yatan trajik gerçekle yüzleşeceğiz.
Daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan ünlü Orgeneral Muhsin Batur’un anılarındaki “…Harput’un eteklerinde çadırlı ordugâh kurduk ve bir müddet sonra ilk durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımızdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum...” cümlesinde vurgulanan yaşantısının o bölümünü niye anlatmadığı sorulacak…
Daha sonra uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan, dönemin genç bürokratı İhsan Sabri Çağlayangil’in “Mağaralara sığınan Dersimlileri gaza boğarak fare gibi yok ettiler” cümlesinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı sorgulanacak.
O dönem Dersim harekâtında görev alan subayların evlatlıklarına neden “Etek altı çocukları” dendiği, nüfus kütüğündeki bilgilerinin neden eksik hatta yok olduğu sorulacak, sorgulanacak…
Birkaç gün önceki Cumhuriyet’te yer alan “Harekât sonrasında, bölgede yaşayan 13 binden fazla sivil ve 110 asker öldü. Sayıları 12 bini bulan insan da zorunlu göçe tabi tutuldu” haberine bakılıp “Bir isyandan söz ediliyor. Peki, öldürülen 13 bini aşkın Dersimlinin kaçı kadın, çocuk, yaşlı, eline silah değmemiş köylü idi” sorusuna cevap aranacak.
Er ya da geç Türkiye “1938 Dersim gerçeği” ile yüzleşecek.
O gün gelince Davutoğlu ile Bahçeli’nin sergiledikleri “kayıkçı dövüşü”nün artık haber değeri kalmayacak, olsa olsa mizah değeri olacak…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları