Alev Coşkun

60. YIL: 27 Mayıs ve 1961 Anayasası

27 Mayıs 2020 Çarşamba

Bugün 27 Mayıs 1960 hareketinin 60. yıldönümüdür.

27 Mayıs, kimilerinin yazdığı, konuştuğu gibi, sadece askerin harekete geçerek iktidarı ele alma olayı değildir. 

27 Mayıs 1960 hareketinin altyapısında üniversite gençliği ve bu hareketi bayraklarla, alkışlarla destekleyen bir halk kesimi vardı. Bu nedenle 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ile aynı torbaya konulamaz. Sosyolojik temelleri ve altyapıları birbirinden çok farklıdır. 12 Mart ve 12 Eylül açıkça Atlantik ötesi projelerdir. Genelkurmay başkanının denetiminde, kuvvet komutanlarının emir komuta zinciri altında ne yazık ki bu emperyalist projeleri uygulamışlardır. 

27 Mayıs bunun tersine, emir komuta zincirinin dışında, sayıları 38 olan genç subaylar, yüzbaşı, binbaşı ve albaylar tarafından gerçekleştirilmiştir. Başlarına getirdikleri general, harekete en son dahil edilmiştir. Emir komuta zincirini oluşturan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, olay gerçekleşince görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. 

Nitelikleri açısından da birbirinden farklıdırlar. 27 Mayıs, rayından çıkan demokratik sistemi yeniden doğru yola getirmek için hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlüklerine bağlı çağdaş ve demokratik bir anayasa yapmayı hedef olarak belirledi. Bunun için görevlendirilen Kurucu Meclis, tayinle değil, seçimle oluşmuştur. Sektörlere göre gerçekleştirilen seçimlerle; işçi sendikaları, barolar, üniversiteler, öğretmen kuruluşları, esnaf odaları, ticaret ve sanayi odaları, tarım kooperatifleri kendi aralarında toplanarak yaptıkları demokratik seçimlerle temsilcilerini oluşturdular ve Kurucu Meclis’e gönderdiler.

12 Eylül ise Meclis’i tayinle oluşturdu. Dört generalin tayinle oluşturduğu Meclis’e “Danışma Kurulu” adı verildi. 

Görüldüğü gibi Meclis’in oluşum biçimi nedeniyle de birbirlerine tamamen zıt hareketlerdir. 27 Mayıs’ın oluşturduğu Kurucu Meclis, 9 ay içerisinde, Türk tarihinin en ilerici, en demokratik ve hukuk devleti ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine en üst derecede saygılı bir anayasa yarattı. Bu anayasa halkoylaması ile kabul edildi. 1961 Anayasası, bütün dünyada Batılı bilim adamları tarafından kabul edildiği gibi ilerici, demokratik ve özgürlüklerin önünü açan ve hukuk devleti ilkelerine bağlı bir anayasadır.

GERİCİ - KARŞIDEVRİM

12 Mart tutucu, muhafazakâr; 12 Eylül ise gerici ve karşıdevrimcidir. Her ikisi de 1961 Anayasası’na karşı hareketlerdir. 12 Mart 1971’i yapan zamanın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Toplumsal gelişme, ekonomik gelişmeyi aştı” diyordu. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamı, toplumsal gelişmeyi sağladı, bunu durduruyoruz demek istiyordu.

12 Eylül ise, ilerici 1961 Anayasası’nı topyekûn ortadan kaldırdı. 1982 Anayasası’nı yarattı. Türk-İslam sentezini kabul etti. Eğitim Birliği Yasası’nı tahrip etti, tarikatların güçlenmesini sağladı.

AYNI TORBAYA KONULAMAZ

12 Mart ve 12 Eylül, aldığı kararlarla 27 Mayıs’ın yarattığı özgürlükçü, demokratik düzenin karşıtı uygulamalar yapmıştır. Böyle bir durumda, gerek yapılışları, gerek dayandığı sosyal katmanlar, gerek düşünsel temelleri gerekse yarattığı sonuçlar bakımından birbirinin karşıtı olan bu hareketler, bilimsel olarak aynı torbaya konulamaz. Sosyolojik temelleri ve altyapıları birbirinden farklıdır.

YOLUN TAŞLARI

Bu yazımızda ileriye sürülen toplumsal ve siyasal çözümlemelere karşı, kimi yazarlar “milli irade” kavramını öne sürerek ve idamları da anımsatarak demokrasiye karşı bir yazı yazdığımızı söyleyebileceklerdir.

Milli irade, demokratik ve anayasal bir kavramdır ve bunun üzerinde derinlemesine yorum yapmak bu yazının sınırlarını aşar. Ancak gerek Batılı anayasa hukukçuları gerekse Prof. Ali Fuat Başgil gibi anayasacılar, milli iradenin soyut bir kavram olduğunu, günümüzde de geçerliliğini yitirdiğini belirtirler. (Bu sorun ayrı bir yazımızın konusu olacaktır.)

DEMOKRASİ, İKTİDARIN HUKUKLA SINIRLANDIRILMASIDIR

Biz, 27 Mayıs öncesi gençlik hareketleri içerisinde, daha sonra 1961 Anayasası’nın hazırlanışında Kurucu Meclis’in divan kâtibi olarak görev yaparken de daima demokrasiye bağlıydık. Kesin olarak da idamlara karşıydık. Başbakan Menderes ve iki bakanın idam edilmeleri çok büyük bir hata, siyasal bir basiretsizliktir.

Demokrasi, siyasal iktidarın hukukla sınırlandırılmasıdır.

Demokrasi, milli irade ve seçimle gelenin her istediğini yapması demek değildir. Çağımız demokrasileri, siyasal iktidarların anayasa kurulları ile sınırlandırıldığı rejimlerdir. Bu çerçevede DP’nin demokrasiyle çelişen uygulamalarına bakmak gerekir.

- 1950 demokratik seçiminden sonra DP’nin ilk icraatı o tarafsız ve adil seçimleri gerçekleştiren CHP’nin bütün mal varlığını elinden almak oldu. Köy Enstitüleri, Halkevleri kapatıldı. (1953)

- 1954 seçimlerinden sonra kendisine oy vermeyen Kırşehir vilayeti ve Abana ilçesi belde yapıldı. (30 Haziran 1954)

- Emekli Sandığı Yasası’na getirilen bir değişiklikle, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay üyeleri hiçbir neden gösterilmeden emekli ediliyorlardı.

- Basın özgürlüğüne darbe indiriliyor, basın davalarında “ispat hakkı” tanınmıyor, gerçek olsa bile iktidara karşı yapılan bir haber ceza ile sonuçlanıyordu. İspat hakkını savunanlarla, “İsmail Hakkı” diye alay ediliyordu. 1960’a gelindiğinde 800’e yakın gazeteci hapishanelerdeydi.

Vatan Cephesi kuruldu. Radyolar her gün Vatan Cephesi’ne girenlerin isimlerini yayımlıyordu. Ülke, siyasal iktidarın düzenlemesiyle Vatan Cephesi ve karşı cephe olarak ikiye bölündü.

- Partisinin il kongresinde konuşmak için Uşak’a giden CHP lideri İsmet İnönü, DP’liler tarafından taşlandı. Ardından İzmir’deki Demokrat İzmir gazetesine saldırıldı. Çerçeveler kırıldı, makineler tahrip edildi.

- Ana muhalefet partisi başkanı İnönü’nün İstanbul’a dönüşünde, Topkapı’da yolu kesildi. Kendisine taşla, sopalarla saldırıldı, öldürülmek istendi. Bir mucize ile kurtuldu. 

- Yine Kayseri’ye il kongresine giderken askeri birliklerce yolu kesildi.

- Nisan 1960’ta, İnönü Meclis’te konuşurken, Meclis’ten 12 oturum dışarıya atıldı. Oysa o, Meclis’in ilk kuruluşundan beri en önemli görevlerde bulunmuş, Cumhuriyetin kuruluşunda imzası olan bir kişiydi. Üstelik, hukuka bağlı, adil ve eşit, dürüst bir sistemle 1950 seçimlerini yaparak iktidarı DP’ye barış içinde devreden bir devlet adamıydı.

- En sonunda kısa adıyla, “Tahkikat Komisyonu” kuruldu.

“Milli irade, Meclis, İnceleme Komisyonu kuramaz mı” diye itirazların yükseldiğini duyumsuyorum. Bu itirazın yanıtını kitabında Prof. Dr. Ali Fuat Başgil veriyor. Diyor ki: “Meclis Tahkikat Komisyonu kurabilir. Anayasaya aykırı değildir. Ancak bu komisyona olağanüstü yetkiler veren kanun anayasaya aykırıdır.”

Peki, neydi bu yetkiler? Komisyon, basına her türlü yasak koyuyor, gazeteleri kapatabiliyor, matbaalarına el koyabiliyor, siyasal toplantıları yasaklıyor, istediği kişiyi tutukluyordu.

Üstelik bu kararlar kesindi, itiraz edilemezdi. Bu kararlara karşı çıkanlar da 3 yıl hapis ile cezalandırılıyordu.

DÜNYANIN NERESİNDE VAR?

Şimdi bu konuda itiraz edenlere sesleniyorum: Dünyanın hangi demokratik ülkesinde böyle komisyonlar vardır? Hangi ülkede kendisine oy vermeyen bir vilayetin halkına ceza verilir ve ilçeye dönüştürülür? Dünyanın hangi ülkesinde kurulan bir “İnceleme Komisyonu” gazetelere el koyabilir, mahkemelerin üstüne çıkarak hiçbir itiraz yolu da olmadan insanları hapse atabilir?

Bunların milli irade ve demokrasi ile bir ilişkisi, bir bağı olabilir mi?

İÇTENLİKLİ DESTEK

Tüm bu nedenlerle, 27 Mayıs gerçekleşince, üniversite gençliğinin büyük çoğunluğu tarafından desteklendi, halk tarafından alkışlandı. 

27 Mayıs 1960, getirdiği ilerici ve demokratik anayasa ile gerçek bir toplumsal değişimi ve dönüşümü simgeler.

İdamlara karşıyız. Ancak Türk demokratik yaşamının anlaşılabilmesi için, muhakkak 1960 öncesinin gerçekçi ve bilimsel verilere dayanarak çözümlenmesi, analiz edilmesi gerekmektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk ve karşıdevrim 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları