Çiğdem Toker

Moody’s’in söylemedikleri

24 Eylül 2016 Cumartesi

İşleri, kurumsal bazda makro verilere bakarak küresel yatırımcıya yön çizmek olan derecelendirme kuruluşlarından siyasi tahliller bekleyemeyiz. Ancak bu, onların notlarını siyasi iklime bakarak verdikleri gerçeğini değiştirmez. O nedenledir ki, arka planı ile içine saklananlar Moody’s’in not düşürürken ilan ettiği gerekçelerin kendisi kadar önem taşıyor. Açıklanan gerekçeler şöyle:

- Yüksek boyutlu dış finansman ihtiyacına bağlı risklerdeki artış

- Daha önce destekleyici nitelikteki borçlanma temellerinde zayıflama. Özellikle büyüme ve kurumsal zayıflama. Aslında Türkiye’nin dış finansman ihtiyacının genelde yüksek olduğu hatırlanırsa, meselenin “risk” artışında düğümlendiği ortada. “Risk artışı nereden çıktı?” sorusunu, biz değilsek bile en azından ordusunu komşu ülkeye göndermiş bir iktidara mensup bakanların sormaması beklenir. Normal şartlar altında tabii...

Gelelim ikinci gerekçedeki “kurumsal sağlamlıktaki zayıflama”ya. Bu yoğunlaştırılmış ifadenin arka planında, küresel fonların yatırım yaparken önemsediği temel ölçütler var. “Hukuki güvenlik” bunların başında geliyor. Yatırımcı ilişkilerindeki karşılığı basitçe şöyle:

Başka bir ülkeye, paradan para kazanmaya giderken, başına deyim yerindeyse saksı düşmeyeceğini, beklemediğin kesintilerle, vergilerle, davalarla karşılaşmayacağını önceden biliyor olmak. Eskileri bir kenarda dursun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sadece son birkaç gün içinde yaptığı açıklamalara, “hukuki güvenlik” kapsamında bakalım: - Merkez Bankası’nı kastederek “faiz indirimleri devam etmeli” sözü. - OHAL devam edebilir.

- OHAL ile normal zamanlarda yapamayacağımız şeyleri yapabilme gücüne sahip olduk. Peki Moody’sin “kurumsal sağlamlıkta zayıflama” gerekçesini yazarken, bu açıklamaları hiç dikkate almadığını düşünebilir miyiz?

Ya da başka türlü soralım: Bağımsızlığı için kanun çıkarılmış Merkez Bankası’nın Cumhurbaşkanı’ndan adeta faiz talimatı aldığı izlenimi doğuran bir ekonomi ortamına yabancı fonlar iç rahatlığıyla gider mi?

Bir de portföy yatırımı değil de asıl üretim, istihdam ve kapasite artışı nedeniyle en çok istenen doğrudan yatırıma bakalım. Amacı darbecilerle mücadele etmek şeklinde açıklansa dahi, koca koca holdinglere kayyım atanması, kurumların kapatılması, mal varlıklarına bir gecede el konulması karşısında, Türkiye’de fabrika kurmayı düşünen x markasına, “Sana hiç dokunulmayacak, yine de gel” dediğinizde hemen ikna olacağını mı sanıyoruz?

***

Aslında bu sorulara neden evet cevabı verilemeyeceği üç gün önce yapılan bir sunumda da saklı. O sunumdaki bakış açısı, “içeride” önemsenmeyenin, dışarıda ne kadar önemli olduğunun ipucu niteliğinde. Bakan Ağbal Kocaeli Sanayi Odası eylül ayı meclis toplantısına katılarak “Ekonomik Görünüm ve Reform Gündemi” başlıklı bir sunum yaptı.

46 sayfa boyunca, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelerden pozitif yönde ayrıştığı, istihdamı en çok artıran ülke olduğu belirtiliyor.

“Gerçekleştirdiğimiz Reformlar” başlığı altında da yatırımları teşvik, işgücü piyasası reformu, katma değer zincirinde yükselme ve tasarrufları artırma adımları anlatılmıyor. İşlem maliyetlerinin azaltıldığı, vergi istisnaları, süper teşvik sistemi, arge destekleri, tasarım faaliyetlerine desek, alım garantisi, hazine taşınmazının bedelsiz devri diye uzayan bir liste yer alıyor. Son sayfaya geldiğimizde “Gündemdeki Reformlar” başlığını görüyoruz.

İlk sırada ne mi var? Demokrasi ve adalet. Buradaki dürüstlüğün hakkını teslim edelim. Demokrasi ve adaletin son sayfaya konuluşu kötü olsa da gelecek tasavvuru açısından hiç yoktan iyidir. Fakat eğer iş dünyasına yaptığınız bir sunumda, demokrasi ve adaleti, gündem maddesi olarak son sayfaya koyuyorsanız, gelecekteki “ekonomik görünüm”ün parlak olmasını bekleyemezsiniz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları