Aydınlıktan Karanlığa (4)

15 Ekim 2014 Çarşamba

İslam dünyası Yusuf Has Hacip (1019-1085) gibi bilgeler de yetiştirmiştir. Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtına göz atalım: “Ey bilgin düşünür, amacım söz söylemekti, us (akıl) ve bilgiden söz etmek istedim: Us karanlık gecede ışık saçan bir çıra gibidir; bilgi seni aydınlatan bir ışıktır. Kişi usla yükselir, bilgiyle büyür; us ve bilgi ile kişi saygı görür (…) Kitaplar yazılmasaydı, felsefe ve bilgileri biz nasıl öğrenebilirdik? Çok kitap okumalı, konuşmayı bilmeli, şiirden anlamalı, gökbilimden ve tıptan anlamalı, aritmetiği ve geometriyi kavramış, alan ölçümü bilimini bilmelidir.”
Ne var ki İslam dünyasındaki akıl-inanç çatışmasında kazanan akıl karşıtı Gazali gericiliği olmuştur.
Cengiz Özakıncı, İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü adlı kitabında (Otopsi Y. İstanbul 2006) “Haçlı Seferleri’nin, usa dayalı bilimci Bağdat yönetimini, Gazali gericiliğine sarılmaya ittiği söylenebilir” diyor. Haçlılara karşı, Müslüman devlet yönetimi, sorgulayan, tartışan ve düşünenler yerine, kendilerine buyrulanı hiç sorgulamaksızın yerine getirecek insanlara gereksinim duymuşlardır. Bu bağlamda, toplumu egemenlikleri altına alabilmek için tarikat ve tekkeler biçiminde örgütleyerek Haçlılara karşı kullanmaktan başka kurtuluş yolu bulamamışlardır.

***

Bilim ve düşünce dünyası çölleşen İslam ülkeleri yüzyıllar içinde Batı’nın gelişmiş güçlerinin boyundurukları altına girmişler, sömürgeleşmişler ya da ilhak edilmişlerdir. Bu yazgının dışında kalmayı başaran yalnızca Şii İran ile çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından artakalan Anadolu ve Doğu Trakya’da emperyalist işgalci güçlere karşı zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’yla kurulan Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm diğer İslam ülkelerinden ayıran en önemli özelliği 10 Nisan 1928 tarihinde anayasanın 2. maddesinde yer alan “Devletin dini İslamdır” hükmünün anayasadan çıkarılmasıdır. Ayrıca milletvekillerinin yeminlerindeki “vallahi” sözcüğü “namusum üzerine söz veririm” ifadesiyle değiştirilmiş, yine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görevleri arasında yer alan “ahkâm-ı şer’iye’nin tenfizi” (dinsel hükümlerin yerine getirilmesi) hükmü anayasadan çıkarılmıştır. 1937 yılında da “laiklik ilkesi” anayasaya alınmıştır.
Laiklik Türkiye’de aydınlanmanın, özgür düşüncenin, bilimin ve demokrasinin yolunu açmıştır.
İslam dünyası bugün toplumları ileriye götürecek ne düşünce ne de bilim üretebilmektedir. Akılcı düşüncenin olmadığı yerde demokrasinin de olamayacağı doğaldır.

***

Laiklik ülkemizde son yıllarda birçok yara almıştır. AKP iktidarının Sünni mezhep kardeşliği temelinde biçimlenen Yeni Osmanlıcılık hayali Türkiye’yi karanlığa, Ortadoğu’nun kan, ateş, ölüm bataklığına çekmektedir.
AKP’nin gelişmişlikten anladığı yalnızca parasal zenginliktir. İktidar, kentleri görkemli saraylarla, gökdelenlerle donanmış, sokaklarında pahalı arabalar gezen petrol varsılı emirlik, şeyhlik, krallık, diktatörlük ve sultanlıkların şaşaalı görüntülerini ölçüt almakta, kentlerimizi benzer yapılarla donatmaktadır.
2003 yılında 70 olan üniversite sayısı AKP iktidarı döneminde devlet ve vakıf üniversiteleri olmak üzere 2013-2014 ders yılında 196’ya yükselmiştir. Dünya sıralamasında ilk 400’e giren üniversitelerimizin tümü (ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, Sabancı, Bilkent, Koç) 2003 yılından önce kurulmuş olan üniversitelerdir.
Akademik gelişmişlik üniversitelerin sayıları ile değil, bilgi üretimleriyle ölçülür.
Eski Başbakan, yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hocalarına “Yazıklar olsun!” dediği, öğrencilerini “solcu, ateist, terörist” diye suçladığı(!) ODTÜ 83. sırada ilk 100’e girmiştir. Bu bir rastlantı değildir.
Özetle, bir ülkenin gelişmişliğinin ölçütü ekonomik konumuyla birlikte düşünce özgürlüğünün, bilim üretiminin, insan haklarına gösterilen saygının, kadın-erkek eşitliğinin, çevre korumacılığının, barış kararlılığının; her türlü din, mezhep, soy, ırk, dil ayrımcılığına karşı koymanın ve demokrasinin eriştiği düzeydir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları