Bir kez daha ‘Sığınmacılar ve göçmenler sorunu’ üzerine

09 Mayıs 2022 Pazartesi

Bu konuya ilk değindiğimde (16/08/2021) “Rejimin ülkeyi yangın yerine çevirme pahasına ayakta kalma manevraları… göçmenler ve sığınmacılar sorunu üzerinden devam ediyor” saptamasından sonra, kimi noktaları vurgulamaya çalışmıştım.

Örneğin, Türkiye’de, “göçmenler ve sığınmacılar” olgusunu, ırkçı-sömürgeci tarihe sahip emperyalist ülkelerdeki tepkileri, tartışmaları adeta şabloncu bir mantıkla yeniden üreterek değil, “somut durumun somut-bağlamına oturtulmuş tahlili” içinde, ulus, devlet ve “bağımlı ülke” gerçeğini hesaba katarak düşünmek gerekir. Dünya görüşü, hümanizma, demokrasi ve birey, özgürlükler gibi modernite ve uluslaşma sürecinin ürünü kavramları içermeyen AKP rejiminin sığınmacılar sorununu yaratmaya devam etmesinin arkasındaki mantığı anlamaya çalışmak gerekir. Bu sorun, Batı’ya karşı bir pazarlık aracı edinmek arzusunun yanı sıra, bir türlü boyun eğdiremediği cumhuriyetçi seküler bir kesime karşı silah olarak kullanılmak amacıyla üretilmiştir. “Sığınmacılar” salt biyolojik varlıklarına, niceliğe indirgenemezler. Karşımızda, kültürleri, siyasi eğilimleri, arzuları da göz önüne alarak düşünülmesi gereken bir sorun var.

Aradan geçen zaman içinde “sorunun” ve dinci-ırkçı faşizmin provokasyonlarının çapı daha da büyüdü. “Ana akım muhalefet” artık İslamcı “düzeni”, otoriter dili veri alıyor. Bu “kabullenmenin” yanına şimdi bir “mutabakat” eklendi: “Herkes”, özellikle hayat pahalılığından bunalan orta sınıflar, bu sorunu yaratan rejimi unutarak “Suriyeli düşmanlığı” ve kime yöneltildiği belirsiz bir “geri gönderin” talebi üzerinde birleşmeye, düzenin temsilcileri de bu talep ile oynamaya başladı. Süreç olarak faşizmin dinci ve ırkçı dinamikleri hızlandı.

Buna karşılık, “somut durumun somut tahlili” içinde, ulus devlet, “bağımlı ülke” ve “süreç olarak faşizm” gerçeğini hesaba katarak düşünmeyi başarabildiğimizi söyleyemiyorum. Teorik ve etik olarak “güvenli limanlarda” kalabilmek için sorunun karmaşıklığını yadsıma eğilimi, “Bunlar en çok sömürülen, en alttaki katmanı oluşturan sınıf kardeşlerimiz. Ortak sorunlar etrafında ortak mücadele ve dayanışmanın yollarını aramak gerekir” gibi “mükemmel” ve tam da “güzel ruha” yakışır bir formül hâlâ yaygın.

ORTAK SORUNLAR AMA…

Bu “mükemmel” saptama ne gelişmiş ülkelerde ne de Türkiye gibi ülkelerde, sol ile işçi sınıfının yerli ve göçmen tabakaları arasındaki ilişkilerin gelişmesine, bir ortak mücadele zemininin inşasına hizmet etti. “Ortak sorunlar” var ama taraflar bu “ortak sorunları”, aynı, dolayısıyla, ortak davranmalarına izin verecek biçimde algılamıyorlar. Bu algılama farkı da iki kesim arasındaki, kültürel (ayrıcalık, dil, tarih, etnisite, din, cinsellik anlayışı gibi...) farklılıklar aşılamadığından, bir ortak iletişim ve diyalog alanı yaratılarak ortadan kaldırılamıyor. Ne yazık ki akla uygun olan, “gerçek” olmayabiliyor.

Sol, dünyayı (karşısındaki sorunu), ona müdahale etmesine, değiştirmesine olanak verecek biçimde tanımlamayı bir türlü başaramıyor. Sol, “güvenli bir söylemin içinde” yaşamaya çalışırken, karşısına gelen savaşları, pratikte kaybetmeden önce, simgeselde (söylemde) kaybetmeye devam ediyor.

Diğer taraftan, verili “durum” içinde bazı sorunların çözümleri olmayabilir. Bu koşullarda, siyasi faaliyetin eksenini “durumu” yaratan “şeyin” merceğinden bakarak kurmaya çalışmak gerekir. Bu sorun neden var? Nasıl oluştu? Kim araçsallaştırıyor? Cevapların kesiştiği yerdeki “şey”den kurtulmak, bizi hızla söz konusu sorunun çözümünü bulmaya götürebilir. Ancak çözümü pratiğe geçirebilecek bir “güç” de oluşmaya başlamalıdır. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

AKP’de travma... 11 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları