Mehmet Faraç

5 Yıl Sonra Türk El Kaidesi!..

19 Kasım 2008 Çarşamba

Bundan tam beş yıl önce, 15-20 Kasım 2003te, İstanbulda dört büyük patlama meydana geldi. Dinci bir örgüt ramazan ayının ortasında tonlarca patlayıcıyı dört kamyona yüklemiş ve Hıristiyanlarla Musevilerin dini, siyasi ve ticari merkezlerine yönelik intihar saldırıları düzenlemişti. Ülkeyi şoke eden saldırılarda 58 kişi ölmüş, 700’den fazla insan da yaralanmıştı. Türk toplumu o gün yeni bir örgütle karşılaşmış, ancak bu tanışmanın ardında nasıl bir süreç ve gaflet olduğunu öğrenememişti!..

Hizbullah örgütünün 17 Ocak 2000den itibaren başlayan çöküş süreci iki yıl sürdü. Türkiye kanlı örgütün yaşadığı şoku henüz atlatmışti ki, Selefiliği referans alan bir örgüt ülke içinde sinsice yapılanmaya başladı. Aslında o örgüt göz göre göre gelmiş, belki de göz yumularak büyümüştü!.. Yani Türk El Kaidesi durup dururken ortaya çıkmamıştı!

El Kaide, Suudi rejiminin resmi mezhebi Vahhabiliği referans alıyor. Arap Yarımadasında Necd dolaylarında ortaya çıkan bu dini anlayışı Muhammed bin Abdülvehhab, Selefiliği esas alarak katılaştırmıştı. Abdülvehhab, Harranlı İbn-i Teymiyenin eserlerinden etkilenmişti.

Selefi - Vahhabi çizgisi Anadolu Müslümanlığına aykırı, katı ve bağnaz bir düşünce tarzını dayatıyor. Bu anlayış Türkiyedeki rejimi Darül harp(İslam kanunlarına göre yönetilmeyen) diye niteliyor. Örgüt üyeleri, devletten maaş alan imamın ardında namaz kılınamayacağını savunuyor, mezar ziyaretleri ve din bilginlerine bağlılığı küfür sayıyor. Onlara göre Tevhide inanmayanın malı, canı helaldir. Tarikat-tasavvuf küfürdür. Muska, tespih, zikir, nafile namazı batıldır!”.

2003’ün kasım ayında Beyoğlundaki Neva Şalom Sinagogu, Şişlideki Beth İsrael Sinagogu, İngiltere Başkansolosluğu ile HSBC Genel Müdürlüğü binalarını bombalayanlar işte bu radikal dinci çizgiden geliyordu. Habib Aktaşın eğittiği Gökhan Elaltuntaş, Mesut Çabuk, Feridun Uğurlu ve İlyas Kuncak adlı militanlar, kamyonlara yükledikleri tonlarca patlayıcıyı işte bu ideoloji uğruna ateşlemişlerdi!..

Aslında onlar Türkiyedeki ilk Selefi militanlar değillerdi. Selefi-Vahhabi anlayışı Türkiyede ilk kez 1974 yılında Malatyada kurulan Malatya Fikir Kulübü bünyesinde gelişmişti. Abdurahman Gökmen liderliğinde ortaya çıkan hücre ise Yahudi asıllı İshak Manisalının kaçırılması eylemiyle adını duyurmuştu. M. Emin Yılmaz önderliğindeki Selefi Ceyşullah örgütlenmesi ise 1995te Bingölde ortaya çıkarılmış, 21 kişi 6 Kalaşnikof’la birlikte ele geçirilmişti.

11 Eylül saldırılarının ardından Türk Selefiler yakın takibe alındı. Feyzullah Birişik grubu İstanbulda 5-7 Ekim 2001de yapılan operasyonla deşifre edildi. Yakalanan 5 kişi eğitim amacıyla Çeçenistan, Irak ve İrana gittiklerini söylemişlerdi.

Gaziantep’te 29 Ekim 2001de gerçekleştirilen operasyonda yakalanan 14 Selefinin de Afganistanda savaşa katıldığı saptandı. Selefilerin Türkiye sorumlusu Ebu Said El Yarpuzikod adlı Mehmet Balcıoğlu ise 2001de Antalyada yakalandı. El Kaide hücrelerini oluşturan İmamlar Birliği yöneticisi Ali Üzüm ise aynı tarihlerde gözaltına alınıp serbest bırakıldı.

Ankara merkezli Selefi örgütlenmenin lideri Malatyalı Hulusi Kıdık ve 15 arkadaşı 19 Aralık 2001de, Konyada Murat Gezenler önderliğindeki Kurana Çağrıgrubu 8 Şubat 2002de, Malatyadaki Şemsettin Özaykan grubu ise 25 Mart 2002de açığa çıkarıldı.

Selefi gruplar zaman zaman silahlı eğitim için Afganistan ve Pakistana, dini eğitim için de Suudi Arabistana gidip geliyordu. 2001e kadar en az 500 kişinin Afganistan, Bosna Hersek, Çeçenistan, Tacikistan, Keşmir gibi bölgelerde savaşlara katıldığı saptanmıştı.

Amerikadaki 11 Eylül 2001 saldırılarında 3 binden fazla kişinin ölmesinin ardından ABD uçakları Afganistandaki El Kaide kamplarını bombalayınca Türk kökenli Selefilerin büyük bölümü ülkelerine kaçtı. Onların çoğu Hizbullahçılar gibi Kürt kökenli değildi! Aralarında Kastamonulu, Konyalı, Eskişehirli, Kayserili, Nevşehirli, Çankırılı, Bursalı, Sakaryalı, Sinoplu ve Afyonlu militanlar da vardı. Ancak Afanistandaki kamplarda silah kullanmak, bomba yapmak, suikast düzenlemek konusunda yıllarca eğitimden geçirilen bu militanlar bir yıllık suskunluğun ardından hücrelerinden çıktılar!

Usame bin Ladin onlara sansasyonel bir eylem için 150 bin dolar göndermişti. Hazırlıkları 1 yıl kadar sürdü. Bu sırada İslamcı vakıfları, yayınevlerini, şirketleri ve bazı camileri üs tuttular. İBDA-C, Hizbullah, Ensar El İslam, Müslüman Gençlik gibi örgütlerden militan transfer ettiler. El Kaideyi örgütlemek ve Selefi ideolojisini yaymak için piknik adı altında kamplar düzenlediler. Eşleri, dostları ve kardeşleriyle aile şirketleri gibi eylem hücreleri oluşturdular. Mescitlerde, hatta baharatçı dükkânlarında bomba yapımını tartıştılar! Sonunda Bin Ladinin gözüne girebilmek uğruna harekete geçtiler.

İstanbulun göbeğinde kolaylıkla sahte kimlikler, ehliyetler, ikametgâh senetleri, pasaportlar ürettiler. Sahte belgelerle işyerleri, rahat iletişim kurabilmek için internet cafelerle cep telefonu bayileri açtılar. Deterjan adı altında patlayıcı ürettiler. Gencecik çocukları cennet vaadiyle kandırarak canlı bomba olmaya ikna ettiler. Eylem için günlerce prova yaptılar. Sonunda tonlarca patlayıcıyı 4 kamyona yükleyerek İstanbulun en kanlı terör eylemini gerçekleştirdiler.

Peki 5 yıl önce yaşanan bu katliamı gerçekleştirenler istihbarat duvarını nasıl aşmışlardı? Aslında El Kaide gruplarının bir bölümü zaman zaman polis ve jandarma tarafından fark edilmiş, ancak adliyeye çıkarılanlar piknik ve dini sohbet yapan “inançlı gençler” oldukları iddiasıyla salıverilmişti! Daha vahimi ise intihar saldırılarını planlayanlardan bazıları istihbarat birimlerince uzun süre izlenmişti! Ama nasıl olmuşsa kimse onları ve intihar saldırılarını engelleyememişti!..

El Kaide’nin 350den fazla üyesi İstanbul saldırılarının ardından deşifre oldu. Elebaşı Habib Aktaş 2004’te Iraka kaçtı ve çatışmalarda öldürüldü. Planlayıcıların bir bölümü ise halen firari. Örgüt 2003 saldırılarının ardından Kartaldaki mason locası baskını, NATO toplantısına yönelik eylem girişimi, Loui Sakkanın Antalyada İsrail gemilerine yönelik saldırı planı, ocak ayında Gaziantepte polisle yaşanan çatışma ve son olarak İstanbulda ABD Konsolosluğu önünde 3 polisin şehit edilmesi eylemiyle varlığını korumaya çalıştı.

Türk El Kaidesinin ortaya çıkışı, Hizbullahın çöküş süreci ve dağılan militan yapısının yeni bir arayışa yönelmesine dayanmıyordu. Zaten beslendikleri dini referans El Kaidenin Hizbullahın yerini doldurmasına izin de vermiyordu. İki örgüt arasındaki militan devşirme faaliyetleri ile işbirliği çabaları rejim düşmanlığının ortak paydasından başka bir anlam taşımıyordu!

El Kaidenin bugünlerdeki sessizliğinin nedeni, hücrelerin kış uykusunda olmasından kaynaklanmıyor! Örgüt art arda aldığı darbeler ve eylemsel taktik hataları nedeniyle yeniden toparlanmakta güçlük çekiyor. Ocak ayından bu yana İstanbul, Van, Aksaray, Konya ve Sıvastaki 6 operasyonda 127 kişinin yakalanmış olması da Selefilerin toparlanmasını engelliyor. Açıkçası en az 2 bin kişilik aktif kadrosuna karşın örgüt silahlı militan bulmakta zorlanıyor! Yaşadığı bu sıkıntı örgütün baltaları toprağa gömdüğü ya da gömeceği anlamına gelmiyor! Dinci örgütlerin dağınıklığı ve stratejik konumu Türkiyeyi El Kaide için çekici kılmaya devam ediyor! ABD Adalet Bakanı Michael Mukaseyin aylar önce Türk yetkililere, Uyanık olun, El Kaide Türkiyeyi üs olarak seçmiş görünüyor demesi bu gerekçelere dayanıyor!

mfarac@cumhuriyet.com.tr



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Rahat Uyu Paşam!.. 10 Kasım 2009

Günün Köşe Yazıları