Olaylar Ve Görüşler

Bitmeyen Balyoz davası - Çetin DOĞAN

30 Haziran 2022 Perşembe

Ülkemizde bugünkü yargının durumunu anlamak için, siyasi güdülerle açılmış davalarda yerel mahkemelerin kararlarına ve de bu kararlara ilişkin yargı erkinin en tepe noktasındaki Yargıtay’ın onay veya bozma ilamlarına bakmak yeterli. Ne yazık ki kimi davalarla ilgili olarak toplumsal iletişim kanallarının kapalı olması, yaşanan hukuk katliamının geniş kitlelerce görülmesini engellemektedir. Bu bağlamda, Balyoz kumpas davasının halen devam eden sürecinde, tarihte eşi görülmemiş bir Yargıtay bozma ilamının ortaya koyduğu acı gerçeklerden davaya ilgi gösterenlerin dahi haberdar olmadığını sanıyorum. Duruşmaya katılan birkaç kişi haricinde, Yargıtay’ın bozma ilamını mahkemenin gerekçeli kararını bile okumadan kaleme aldığı gerçeğini kimsenin bilmediğine eminim. Yargıtay tarihinde görülen birçok hak ihlaline karşın, böylesi bir olay daha önce hiç görülmemiştir. Bu nedenle, birinci elden şahit olduğum bu süreci özetleyerek gerçekleri kanıtlarıyla birlikte kamuoyuna duyurma gereğini duymaktayım. 

Öncelikle, bu makaleyi yeniden görülmeye başlanan Balyoz kumpas davasının sanığı olarak savunma yapma amacıyla kaleme almadığımın altını çizmek isterim. Amacım, ülkemizde Yargı erkinin pürmelaline dair, kamuoyuna yansımamış ve okuyucunun inanmakta zorlanacağı, “Bu kadarı da olamaz!” dedirtecek gerçekleri kanıtları ile ortaya koymaktır. Bu noktada kısa bir hatırlatmanın faydalı olacağına inanıyorum.

BİR HATIRLATMA: ‘BİTMEYEN’ BALYOZ DAVASI SÜRECİ

Kamuoyunda Balyoz kumpas davası olarak bilinen davada kapatılan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği mahkûmiyet kararı, Anayasa Mahkemesi’nin 18.06.2014 tarihli “hak ihlali” kararıyla bozulmuştur. Ardından söz konusu dava İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nce yeniden görülmüş ve de 31 Mart 2015 tarihinde bütün sanıklar hakkında beraat kararı verilmiştir. 236 kişi için verilen bu beraat kararının akabinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararı benimle birlikte yedi kişi için temyiz etmiştir. 

Söz konusu temyizin ardından altı yılı aşkın süre geçtikten sonra, Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14 Haziran 2021 tarihinde yerel mahkemenin verdiği beraat kararına karşı bozma ilamı yayımlamıştır. Bozma ilamında suç vasfı değiştirilerek yedi kişi için “T.C. Hükümetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Men etmek için anlaşma” suçu belirlenmiştir. Bu suçun atfedildiği diğer altı kişi, benim 1. Ordu komutanı olarak görev yaptığım dönemde ordunun sorumluluk alanındaki bana doğrudan bağlı olmayan çeşitli garnizonlarda görevli iki albay, iki tuğgeneral ve iki tümgeneralden oluşmaktadır. 

22 Ekim 2021 tarihinde yine Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanan davanın üçüncü duruşması 13 Mayıs 2022 tarihinde gerçekleşmiş, bir sonraki duruşma tarihi olarak ise 5 Eylül 2022 tarihi saptanmıştır. Bu duruşmalarda da nelerin olup bittiği ayrı bir yazı konusu olabilir. Şimdilik sadece İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “gerekçeli kararına” karşı bozma ilamı veren Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin yayımladığı ve duruşma savcısının da katıldığı bozma ilamında yer alan tutarsızlıkları ve hukuksuzlukları sunmakla yetineceğim. 

Her şeyden önce, Yargıtay’ın bozma ilamını yerel mahkemenin verdiği “gerekçeli kararı” dahi okumadan kaleme aldığı görülmektedir. Bu gerçeği, aşağıda sıraladığım tutarsızlıklar ve hukuksuzluklar açıkça ortaya koymaktadır.  

YARGITAY MAHKEMEDE DİNLENEN TANIKLARDAN HABERSİZ

Yargıtay bozma ilamında yerel mahkemenin yeniden gördüğü davada dönemin Genelkurmay  Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesine tevessül edilmediğini belirtmiştir (sayfa 33). Oysa yeniden yargılanma aşamasında söz konusu komutanların ikisi de 3 Kasım 2014 tarihli duruşmada mahkeme huzurunda tanık olarak dinlenmiştir. Yerel mahkemenin gerekçeli kararında bu tanık beyanlarının geniş bir özeti bulunmaktadır. Bozma ilamındaki bu gerçekdışı ifade, Yargıtay’ın ilamını gerekçeli kararı okumadan kaleme aldığını açıkça ortaya koymaktadır. 

Aslen, söz konusu tanıkların beyanları Yargıtay’ın bozma ilamında yer alan asılsız iddialara cevap niteliğini de taşımaktadır. Gerekçeli karardan alıntı yapacak olursak:

“Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı olan tanıklar Aytaç Yalman ve Hilmi Özkök’ün beyanlarından Genelkurmay karargâhının mahkûmiyeti hükmüne konu olan dijital deliller içinde yer alan darbe planları konusunda hiçbir bilgisinin olmadığı mahkûmiyet hükmüne konu gerekçeli kararda belirtildiği gibi darbeye karşı çıkılması ve bunun engellenmesi için çaba gösterilmesi gibi durumun söz konusu olmadığı anlaşılmıştır.”

Sanıkların defalarca talep etmesine rağmen söz konusu kişilerin tanık olarak dinlenmesini reddeden, akabinde sanıklara mahkûmiyet kararı veren kapatılan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’dir. 

Yargıtay’a göre sanıklar suçları fark edilince ya emekliliklerini istemiş ya da emekli edilmişler. Yargıtay ilamında, suç vasfının değiştirilmesini “ittifakın fark edilmesi üzerine” bir kısım sanıkların emekliliğini istemesine, bir kısmının ise Yüksek Askeri Şûra Kararları ile emekli edilmesine bağlamıştır. Ancak bu iddia, dönemin askeri şûra kararlarının belgelediği gerçeklere tamamen aykırıdır. Zira sanıkların hiçbiri resen emekli edilmemiştir. Ayrıca, suç ittifakının fark edilmesi üzerine kimi sanıkların emekli edildiği iddiası yukarıda bahsettiğimiz ve mahkeme kayıtlarına geçen tanık ifadeleri ile de tamamen çelişmektedir. 

YARGITAY’A GÖRE DİJİTAL KANITLAR DENETLENMEMİŞ 

Bozma ilamında dijital kanıtların “Anayasa Mahkemesi’nin kararı çerçevesinde denetlenmesi cihetine gidilmeden kategorik olarak delil değeri taşmadıkları yönündeki kabulde isabet bulunmadığı” belirtilmektedir (sayfa 33-34).

Oysa bu iddianın aksine, dijital kanıtlar mahkemece atanan İstanbul Teknik Üniversitesi’ne mensup uzman bilirkişilerce denetlenmiştir. Davadaki bütün bilirkişi raporlarının ayrıntılı incelenmesiyle varılan sonuç gerekçeli kararda şu şekilde yer almıştır:

“Sonuç olarak yukarıda belirtilen tüm değerlendirmeler doğrultusunda, dijital deliller içinde yer alan ve suç oluşturan belgelerin sanıklar tarafından oluşturulduğu yönünde kesin bir kanaate varılmamış, bir kısmının sahte olarak oluşturulduğu kesin olarak belirlenmiş, bir kısmının ise sahte olarak oluşturulduğu yönünde kuvvetli şüphe oluşmuş, ceza hukukunun temel prensiplerinden olan şüpheden sanık yararlanır kuralı uyarınca dijital delilleri hiçbirinin sanıkların aleyhine hükme esas alınamayacağı sonucuna varılmıştır.”

YARGITAY’IN 1. ORDU SEMİNERİ İLE İLGİLİ ASILSIZ İDDİALARI 

Yargıtay ilamında atılı suç fiilini 5-7 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu’da gerçeklesen seminere ait ses kayıtlarında yer almayan uydurma sözler ve iftiralara dayandırılmıştır. Seminer ses kayıtlarının çözümünden önü arkası kesilmiş, cımbızla yapılan alıntılarda mevcut hükümeti devirmeye yönelik bir ima dahi bulunmamaktadır. Seminerde iddia edildiği gibi hiçbir personel tarafından “TSK görev ve yetki sorumlukları ile bağdaşmayan” konuşma yapılmamıştır.

Söz konusu seminere Ankara’dan gönderilen gözlemciler dahil olmak üzere toplam 162 kişi katılmıştır. Hal böyleyken, seminer salonundaki yedi kişinin kendi aralarında “suç için ittifak” fiilinde bulunduğu iddiası akıl, mantık ve izan dışıdır. 

Yargıtay ilamında hükme esas olan somut olay kapsamında, seminer ile ilgili olarak “Hükümeti cebren ıskata yönelik konuşma yapıldığı (...) Hükümeti cebren ıskata yönelik planların hazırlandığına ilişkin konuşmalar yapıldığı (...) Hükümeti cebren devirmeye yönelik kasıtla hareket ettikleri” yönünde asılsız iddialar öne sürmüştür. 

Yargıtay bu ifadelerin ses kayıtlarının çözümünden alıntılandığını belirtmektedir, ancak bu ifadeler alenen uydurulmuştur ve de kayıtlarda yoktur. Yargıtay’ın atıfta bulunduğu seminer ses kayıtları dönemin 1. Ordu komutanı olarak bizzat verdiğim emir uyarınca yapılmıştır ve de seminerin baştan sona kesintisiz ses kayıtlarının çözümü dava dosyasında bulunmaktadır. Bu kayıtlar kapatılan İstanbul 10. ACM’nin 91-94 sayılı duruşmalarında dinlenmiş olup, bu konuşmalarda anılan mahkemece dahi suç unsuru bulunmamıştır. 

Yargıtay, seminere konu olan sanal senaryo ile orduya ait gerçek planlarını (Egemen Planı) tamamen birbirine karıştırmıştır. Seminerde ele alınan sanal senaryo kapsamında başlıca politik/askeri gelişmeler özet olarak şöyledir: Kuzey Irak’ta, Güneydoğu Anadolu’da ve Kıbrıs’ta ülkemizin güvenliğine karşı ciddi gelişmeler yaşanmaktadır; yurtiçinde bir kısım irticai odak noktalarının şeriat isteriz söylemleri ile ayaklanma eylemlerine başlamıştır; Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkardığını ilan etmiş ve Ege’de Türk ve Yunan deniz ve hava kuvvetleri arasında çatışma ve tacizler başlamıştır. Bunun varsayım gelişmeler karşısında T.C. hükümetince bütün yurtta sıkıyönetim ilan ettiği farz ve kabul edilmiştir. Seminer tam bir beyin fırtınası şeklinde icra edilmiş, toplam 42 sunum yapılmıştır. Bu sunumlardan yedi tanesi sıkıyönetim planları üzerinedir. Seminerde yapılan sunum ve konuşmalar seminer için hazırlanan fiktif senaryo kapsamındaki değerlendirmeler ve alınacak önlemlere ilişkindir.

Benim dışımdaki altı sanıktan üç tanesi, komutanlarının onayından geçen sunumları yapmışlardır. Diğer üç tanesi ise kimi sunumlar sırasında söz alarak görüş ve önerilerini ifade etmişlerdir. Örneğin, Kurmay Albay Sayın Erdal Akyazan, üç tam gün süren seminer sırasında toplam 10 dakika konuşmuştur. 155 diğer seminer katılımcısının huzurunda Albay Akyazan’ın biri dönemin 1. Ordu komutanı olmak üzere altı kişi ile suç ittifakına girdiği (!) konusunda Yargıtay’ın gösterdiği tek kanıt, bu 10 dakikalık konuşmasındaki iki cümledir: “Komutanım TSK en tehlikeli senaryo olarak belirlenen bu senaryo ki bana göre hafif bir senaryo, bunun daha ağır veçheleri var. Bu senaryonun iç müdahale etmek için, iç tehdidi bertaraf etmeyi takiben iç hat manevrasında olan bir ülkenin yapması gereken şeyi son derece tereddütsüz, sert ve seri bir biçimde yapması lazım. Demokratik olmayan unsurların demokrasiyi yıkmak için demokratik haklardan yararlanmasına müsaade etmek akıllı devletlerin çözüm tarzı olmamalıdır.”

Benzer şekilde, seminerin akışı içerisinde spontane olarak yaptığım konuşmalardan kimi alıntılar yine yedi sanık arasında “suç ittifakı” fiiline kanıt olarak gösterilmiştir. Örneğin, seminer senaryosu gereğince Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda ordu komutanlarının katılacağı bir toplantı düzenleneceği, toplantıda senaryoda öngörülen politik/askeri gelişmelerin ülke genelinde değerlendirileceği ve de ordu komutanlarının görüş ve önerilerinin alınacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda ordu komutanlığının görüş ve önerilerini oluşturmak için yapılan tartışmaların sonucunu özetleyen alıntı aşağıdadır:

“Genelkurmay başkanına, kuvvet komutanına diyeceğim ki, siz Meclis’i ve hükümeti uyarıcı, bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse bu işin sonu b..tur işte sonunuz böyledir, gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli mutabakat hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız, bağımsız, bu kadar gaile içindeki ülkeyi daha sonra bütün gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulması...”

Bu konuşmanın devamında çözüm tutanağında yer alan aşağıdaki ifadeler, Yargıtay ilamını kaleme alanların amacına ters düştüğü için olsa gerek, yok sayılmıştır: 

“Bu tabii öngördüğümüz senaryonun içerisinde öngördüğüm bir çözüm tarzı. Bugün de gidip onu şu anda yapın diye gideceğim yok, yanlış da anlamayın böyle bir konuda ortaya konacak tavır ve davranış budur.”

Özet olarak, seminer senaryosu kapsamında 162 katılımcı huzurunda yapılan değerlendirme ve ifadelerin altı diğer sanık ile “suç için anlaşma” fiiline kanıt teşkil ettiği iddiası tamamen abestir. 

YARGITAY’A GÖRE SEMİNERİN YASAL ZEMİNİ 

Yargıtay ilamında seminerde geçen konuşmaların “TSK’nin görev, yetki ve sorumlulukları ile bağdaşmadığını” iddia etmektedir. Oysa bu konu bütün sanıklara beraat kararı veren Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararında ayrıntılı olarak ele alınmış, döneme ilişkin geçerli yasa ve yönergeler ele alınarak incelenmiş ve de seminerin “yasal zeminde icra edildiği” sonucuna varılmıştır. 

FETÖ üyesi Emniyet ve yargı mensuplarının sahte deliller ile kurguladığı Balyoz davasının çökmesinin üzerinden sekiz sene geçti. Ne var ki Yargıtay, beraat eden 236 sanıktan benim de dahil olduğum yedisi için, yerel mahkemenin gerekçeli kararını bile okumadan kararı bozma ilamını kaleme aldı.  Böylelikle bitmeyen Balyoz davası, yedi sanık için yukarıda açıkladığım soyut iddia ve iftiralarla tekrar görülmeye başladı. Yargının en tepe noktasındaki merciinin dahil olduğu bu hukuk katliamı, kuşkusuz sadece Balyoz davasına özel değil. Kurmaca iddialarla sayısız dava kapsamında toplumun her kesiminden insan bu karanlık süreçten nasibini almakta. Unutmayalım ki, bir ulusun varlığı, yöre ve kökenine bakmaksızın kendisini oluşturan birey ve toplulukların duyduğu acıyı ve sevinci paylaşabildiği ölçüde güvencededir.

ÇETİN DOĞAN

EMEKLİ ORGENERAL

YÜKSEK GÜVENLİKLİ F TİPİ CEZAEVİ  BUCA-İZMİR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları